Günlük arşivler: Şubat 4, 2013

FANATİK Şİİ VEKİL MUTAHHARİ’DEN İYİ POLİS ROLÜ

İRAN ANALİZ / Ülkenin tamamen Velayeti Fakih dogması ve Şii mezhepçiliği temelinde yönetilmesini isteyen gruba mensup milletvekili Ali Mutahhari onlarca muhabir, gazeteci ve basın mensubunu hedef alan yeni tutuklama furyasına tepki gösterdi. Yapılanları değerlendiren vekil tutuklamaları “gazetecilerin zihni ve profesyonel huzurdan mahrum edilmesi” şeklinde değerlendirip eleştirilerde bulundu.

İran meclisi basın denetleme komisyonu üyesi olan Şii Mutahhari Şark adlı gazeteye verdiği demecinde gazetecilerin tutuklanması hadisenin hem meclis hem de Basın Denetleme Heyeti olarak takip edeceklerini öne sürdü. Yaşananların basın faaliyetlerinde bir güvensizlik ortamı oluşturduğunu kaydeden vekil bunun “ülkenin çıkarlarına” olmadığını sözlerine ekledi. Yetkililerin basın mensuplarını gidip evlerinde veya çalıştıkları yerlerde tutuklamak yerine celp kararı çıkartılması gerektiğini belirtti.

Ali Mutahhari açıklamasında suçlamaların geçerli delillerle tespit edilmesi gerektiği, gazetecilerin mahkemeye çıkıncaya kadar suçsuz kabul edilmesi gibi klişe cümleler kullandı.

Bu açıklamaya karşın İran cezaevlerini dolduran ve çoğunluğu somut gerekçeler ve inandırıcı delillerden uzak şekilde ceza alan yüzlerce gazeteci, medya mensubu, aktivist ve düşünür bulunuyor.

Medya mensuplarını hedef alan sistematik baskı politikalarının mimarı olan rejimin belkemiğini oluşturan, bu politikaların devam etmesinde kilit rol oynayan Ali Mutahhari gibi fanatik Şii siyasilerin, din adamlarının ve rejim yetkililerinin bulunduğuna dikkat çeken insan hakları aktivistleri ise yapılan açıklamayı samimi olmamakla suçluyor. Gözlemciler işlenen açık ihlaller ve halk nezdinde itibarını tamamen yitiren yargının, baskıcı uygulamaların ve rejim siyasetinin Mutahhari’nin yaptığı açıklamalarla bir nevi iyi polis rolü ile kamuoyunu etkilemeye yönelik olduğu şeklinde değerlendiriyor.

Geçtiğimiz hafta Cumartesi günü başlatılan tutuklama furyasında İranlı makamlar şimdiye kadar 17 gazeteciyi tutukladı. Bunlar devrim karşıtı olmak ve başta BBC gibi çeşitli yabancı basınla işbirliği içinde Velayeti Fakih rejimine karşı komplo kurmak gibi soyut iddialarla suçlanıyor.

Kara Muhabere Albay Orkun Gökalp’in kızı Janset Gökalp’in mektubu /// CC : @vardiyabizde @BalyozGercek ler @rodrikdani

“Çok şükür babam yaşıyor”

Balyoz davasından tutuklu Kara Muhabere Albay Orkun Gökalp’in kızı Janset Gökalp’in babasına yazdığı mektup:

Sevgili biricik babam,

İnsanlar nasıl sınanırlar? Nasıl değişirler? Nasıl bir anda tüm dünyaları alt üst olabilir? Her şey o kadar güzelken bir anda nasıl kara bulutlarla kaplanabilir dünyaları? Bu sorular için herkesin bir çok cevaba sahip olduğunu biliyorum. Ancak insan kendi yaşadıklarından yola çıkarak diğerlerini daha iyi anlarmış . Bu yüzden artık bu soruların cevabını biliyorum. Sensizlik… Sensiz bir yaşamın beni nasıl sınadığını, değiştirdiğini ve dünyamı nasıl bir anda alt üst ettiğini biliyorum. Hatırlar mısın baba? Bir zamanlar seninle sırf oturup birbirimize sarılıp, öper, doya doya baba-kız sevgisinin tadına varırdık. Bana hep “başıma gelmiş en güzel şeysin” derdin. Benim, “senin hayatın olduğumu, bensiz ne yapardın bilemeyeceğini” söylerdin. Ben de “bunun asla olmayacağını, bizi kimsenin ayıramayacağını” söylerdim. Yanıldım, üzgünüm…

Bizi ayırdılar. Aramıza denizler, uzun yollar, yıllar ve demir parmaklıklar koydular. Seni benden uzaklaştırdılar. Bunu öğrendiğim o geceyi asla unutmayacağım. Annem eve gelmişti, konuşmuyordu. Meraklandım. Senin neden akşam yemeğine yetişemediğini ve nerede olduğunu merak ettim. Mahkemede davanın uzamış olabileceğini veya Allah korusun küçük bir araba kazası yüzünden geç kalabileceğini düşündüm. Ancak hiç biri değilmiş…

Allahım en kötüsünü aklıma hiç hiçbir zaman getirmek istememiştim. Ne zaman ki akrabalarımız, aile dostlarımız bize geldi? İşte o zaman kalbime on binlerce iğne batırıldı, parçalandım, dağıldım. Nefes alamıyordum. Başımın üstünden kaynar sular dökülüyor hissiyle ayakta durmaya çalışıyordum. O lafı duymak istemiyordum. Herkesin suratı bembeyazdı, hissiz dona kalmış yüzler birbirine bakıyordu. Galiba başına bir şey gelmiş olmalıydı. Oracıkta bedenim nasıl durabiliyordu bilmiyordum? Ancak ruhumun çoktan bedenimden ayrılıp seni bulmaya çalıştığını biliyordum. Herkes sessizliğini sürdürüyordu. Nasıl oldu bilmiyorum ama salona geçip oturduğumda haberler başlıyordu. Davanın ismini gördüm ve altta “tutuklama emri çıkarıldı” diye yazıyordu.

Nasıl rahatladığımı, hâlen yaşadığımı o ana kadar tuttuğum nefesi verdiğimde anladım. Ağzımdan çıkan ilk söz “çok şükür babam yaşıyor” olmuştu. Allah, ilk önce bana en kötü duyguyu yaşatmış ve hemen sonra kötünün iyisini göstermişti. Allah’ıma şükrettim. Çünkü hâlâ yaşıyordun…

Babacığım şu iki yılda öyle şeyler yaşadım ki, hiçbir şeye benzemez. Ölüm değil yaşadığım, ama “SENSİZLİK”. Sensizlik mi? Ben alışkın değildim senin yokluğuna. Sen, benim arkadaşım, dostum, kardeşim ve biricik AŞKIM’dın. Kızlar, ilk babalarına aşık olur ve bu aşk asla sönmezmiş. Bunu öğrendim. Her akşam altıda eve dönmeni bekliyorum. Hâlâ evin zilinin çalmasını, sana doyasıya sarılmayı, seni koklamayı. Seni koklamayı özledim baba… Hatırlar mısın Cumartesi’leri bizim günümüzdü.

Sabahları beraber bir saat şekerleme saatimiz olurdu, uyansak bile birbirimize sarılıp tekrar uyurduk. O zamanlar seni öyle koklardım ki sen hiç bilmezdin. Seni uyandırmamak için, seni rahatsız etmemek için çok çabalardım. Sonradan bu kokunun benim için dünyanın en tatlı, en sevgi dolu, şefkat ve güven veren kokusu olacağını bilememişim. Şimdi sadece ayda bir, bir saat açık görüşlerimizde sana sarılırken, sana hissettirmeden, senin kokunu öyle bir içime çekiyorum ki; “gelecek aya kadar yetsin” diyorum. O yüzden ayrılamıyorum yanından, o bir saat boyunca o yüzden öpüyorum seni doyasıya. Ama yetmiyor. Her seferinde seni daha çok özlememe sebep oluyor… Ben çocukluğumdan, yetişkenliğime geçişimi seninle tamamlayamadım. Sen yanımda olmadan, seni hissetmeden, seni yaşayamadan, benliğin bende olmadan koca dünyada yapayalnız kaldım. Her gece “iyi geceler” öpücüğümüzü, dileklerimizi, dualarımızı dışarı aya bakarak söylemeye başladım. Çünkü biliyordum sen de aynısını yapıyordun, hissediyorum.

Kızlarla, babalarının kalbi aynı anda atar, aynı şeyleri hissederler, senin canın yansa hissederim. Korksan, sevinsen, hüzünlensen hissederim. Bu bağ hiçbir şekilde açıklanamaz. Bunu sadece babaları olan kızlar anlayabilir.

Seni özlüyorum. Hem de çok özlüyorum… Konuşabileceğim, dertleşebileceğim, paylaşabileceğim dostumu, tek dostumu çok özlüyorum. Beni her şekilde destekleyen ve hep arkamda olan seni özlüyorum. Seninle şarkı söylemeyi özlüyorum, evin içinde Kuleli Askeri Lisesinin marşını bağırarak, neşe içinde söylemeyi özlüyorum. O neşeli, güven veren ve yumuşak sesini duymayı özlüyorum.

Arkadaşlarım, babalarıyla dışarı çıkacaklarını söylediklerinde içim acıyor. Yanıyorum, içimde bir şeyler parçalanıyor. O an senin dışarıda olmadığını, seni aradığımda ulaşamayacağımı, “nasılsın?” diye soramayacağımı bir kez daha anlıyorum. Seni gerçek olmayan, yalan ve sahte sebeplerle benden uzaklaştırdılar. Aklımdan çıkmıyorsun, çıkmadığın için çok daha kötü oluyorum. Hayata pozitif bakışım, adalet duygum her saniye bir kez daha sarsılıyor. Anlamıyorum baba? Bunu sana nasıl yaptılar? Hangi kanunla benim babamın “babalık hakkını” elinden almaya kalkıştılar? HAYIR… Buna asla izin vermeyeceğim. Hâlâ küçükte olsa bir umuda bağlı kalacağım. Çünkü Şükürler olsun ki sen yaşıyorsun, varsın ve nefes alıyorsun. Nefes aldığın sürece ben de yaşayacağım. Sakın unutma, sakın pes etme, senin bir parçan dışarıda… Belki yaşayamıyor, belki tat alamıyor, hayatını 19 yaşında genç kız bir olarak yalnız başına sürdürmeye çalışıyor. Dışarıda olmasına rağmen senin gibi hapis hayatı sürüyor. Tutuklu olmadığı halde.

Babacığım, sen çıktığında ben de demir parmaklıklar arasından çıkacağım. Tekrar sana sarılmaya, kokunu hissetmeye devam edeceğim. Biliyorum hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, sen de ben de değiştik. Hem de çok değiştik. Geçen sadece iki yıl değil, kaç yıl oldu, bana sensiz kaç yıl geldi/geçti? Lütfen sorma. Sakın sorma…

Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, ne yaşarsak yaşayalım, ben senin gibi güçlü akıllı, sevgi dolu, gururlu ve onurlu bir babaya sahip olduğum için dünyanın en şanslı kızıyım. Senin kızın olmak, benim başıma gelmiş olan ve olabilecek en büyük ve en muhteşem duygu. Seni çok ama çok seviyorum.

Sakın unutma! Akşamları yatmadan önce fotoğrafıma bakıp öpücüğümü verip, aya bakmaya ve “iyi geceler benim meleğim bir gün buluşmak üzere” demeyi sakın unutma!!! Çünkü ben aynı şeyleri her gece yapıyorum. Kalbim acıyarak sana gülümsüyorum. Seni çok, ama çok çok seviyorum. Tıpkı sana küçükken kollarımı açıp “işte seni bu kadar seviyorum” derkenki kadar seviyorum.

Benim tek ve biricik aşkım… Hadi, GEL ARTIK…

Kızın Janset GÖKALP

Kaan Turhan : Küllerinden Yükselen Yeni Roma: İstanbul Finans Merkezi

Cumhuriyet Bilim Teknik’te, Doğan Kuban hocanın: “Sultan saraylarını ya da İstanbul’un en güzel süvari kışlası olan Vaniköy kışlasını, Haydarpaşa istasyonunu otel yapmaya çalışıp, ne olduğu belli olmayan en çirkin kışlayı Taksim’de ihya etme çalışanlar ne istediklerini biliyorlar mı?1” sorusu, sadece İstanbul’u ilgilendirmemekteydi. Vahşi kapitalizmin, İstanbul boğazına düğümlediği ‘yeni devlet’in, ‘yeni şehir’in: nihayetinde yeni para aklama merkezinin, yeni dünya borsasının temel taşlarını içeriyordu.

Konu: İstanbul’un, finans kapitalin merkezi haline getirilmesidir. Yandaş vs. yazar/çizerin satır aralarında, hep İstanbul merkezli bir şeyler var. Hürriyet Gazetesi ardından Sabah Gazetesi MİT’çileri tutuklama istemi gündeme geldiğinde, baş sayfada; İstanbul’un finans merkezi olması halinde; merkezin, New York’taki Rockfeller Merkezi, Londra Uluslararası Finans Merkezi, Dubai uluslararası Finans Merkezi ve Hong Kong Finans Merkezi’nden daha büyük bir alana kurulacağından söz etmekteydi.

“Yeni Devletin Merkez Üssü: İstanbul Finans Merkezi” başlıklı yazımda, şunları açıklamıştım: “Türkiye’nin ilk finans merkezinin İstanbul’un Ataşehir ilçesinde kurulma kararının Resmi Gazete’de yayımlanmasının ardından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı koordinesinde Ziraat Bankası, Vakıflar Bankası ve Halk Bankası ile Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) katılımıyla merkezin planlama çalışmaları, tüm hızıyla sürüyor.

Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu, finans merkeziyle ilgili Tayyip Erdoğan’ın görüşlerini almış ve konuyu şöyle haberleştirmişti: 2006 yılında yaptıkları ziyaret çerçevesinde; İstanbul’un uluslararası bir finans merkezi olmasıyla ilgili düşüncelerini sunduklarında; aslında, Başbakan’ın da İstanbul’un sadece ülke için değil bölge için de çok önemli sosyal, ekonomik ve kültürel bir merkez olduğunu, zaten finansal bir merkez gibi kabul edildiğini belirtmesi ve bu konudaki düşüncelerinde, birliğin aktif görev üstlenmesini istemesi: devletin de bu konudaki yaklaşımlarının ve hassasiyetlerinin göstergesidir2.

Türkiye’de CIA masa şefliği de yapan Paul Henze, Süleyman Demirel’e sunduğu raporda; “Türkiye’yi federalizm büyütecek. İstanbul başkentli bir Yakındoğu federalizm büyütecek, İstanbul başkentli Yakındoğu Federasyonu kurulabilir”3 dememiş miydi?

BOP’un eş başkanı Erdoğan da: “Merkezi Ankara’da bulunan uluslararası çapta büyüklüğe sahip kamu bankalarını, başta Merkez Bankası olmak üzere İstanbul’a taşıma hazırlıklarının devam ettiğini!” söylemişti. Erdoğan, “Bu taşınma işlemleri de tamamlandığında İstanbul dünyanın en önemli finans şehirleriyle rekabet edebilir bir konuma yükseleceğinden!”4 söz etmemiş miydi?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi: Finans Merkezi Emrinde

Finans merkezi için, hukuki birçok düzenleme yapılacağı: finans merkezi taslaklarında yazmaktaydı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne, milli emlak ve hazine varlıkları, sahil şeridi için imar planlarında değişiklik gibi birçok iş düşmekteydi.

İstanbul Boğazı’nda kamuya ait binaların turistik ve ticari amaçla değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan plan değişikliği İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Meclisi tarafından onaylanmıştı. Haber şöyleydi: “Maliye Bakanlığı mülkiyetindeki milli emlak ve hazineye ait binaların turizme kazandırılmasını amaçlayan çalışma kapsamında sahil yolu ile Boğaz arasında kalan kısımlarda bulunan okul ve hizmet binaları gibi yapılar turizme açılacak. İBB tarafından sayısal ölçüm işlemleri tamamlanan Boğaz Sahil Şeridi ve öngörünüm bölgesindeki yapıların kullanımına yönelik plan değişikliği İmar ve Bayındırlık Komisyonu tarafından görüşüldü.

Komisyon tarafından yapılan değerlendirmede, “Deniz ile Sahil Yolu Arasında Kalan Parseller Hükmünde sahil şeridindeki taşınmaz kültür varlıkları kamuya açık kullanışlara tahsis edilebileceği gibi konut olarak da kullanılabilir” maddesinin kaldırılarak, “Boğaziçi Sahil Şeridinde yeni yapılacak yapılar, kontur gabarileriyle aynen korunacak olanlar ile taşınmaz kültür varlıkları, lokanta, gazino, kafeterya ve otel gibi kamuya açık kullanışlara tahsis edilecektir” şeklinde düzenlendi. Maliye Bakanlığı tarafından yapılan düzenleme kapsamında İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya gibi iller başta olmak üzere kent merkezlerindeki Hazine’ye ait arsa ve arazilerin imar planı yaptırarak değerlerinin artırılması planlandı. Boğaz’a nazır kamu kuruluşlarının farklı merkezlere taşınarak faaliyetlerini sürdürmesi planlanırken terk edilecek yapılar, turizm ve ticari tesisler olarak satışa sunulabilecek. İmar ve Bayındırlık Komisyonu, fonksiyon değişikliği verilen binalardaki değişikliğin yükseklik ve imar artışı getirmemek kaydıyla Büyükşehir Belediye Meclisi onayına sunulmadan yapılabilmesine izin verdi. Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyonu tarafından yapılan değişikliklerin sadece bilgi amaçlı planlara işlenebilmesinin önünü açan düzenleme sonrasında Maliye Bakanlığı’nın direkt yetkilenmesi sağlandı. Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü verilerine göre, 10 Ağustos itibariyle devletin hüküm ve tasarrufu altında 118 bin 892 bina, 404 bin 709 arsa, 827 bin 457 de arazi bulunuyor.5”

20 Milyonluk İstanbul için: ‘Yeni Şehir’

Büyükşehir Mekânsal Planlama Genel Müdürü Ali Kahraman’ın açıkladığına göre, İstanbul’da 1,5 milyonluk ‘yeni şehir’ projesi için çalışmalar başlatılmıştı. Kurulacak ‘yeni şehir’; Marmara Denizi’yle Karadeniz arasında, Kahraman, Avcılar, Küçükçekmece, Arnavutköy, Sultangazi, Esenler, Bağcılar, Bakırköy, Gaziosmanpaşa, Eyüp, Başakşehir ilçelerini kapsayacaktı. Belediye Meclisi’nin 16 Ocak’taki oturumunda İçme Suyu Havzaları Yönetmeliği’ne ilişkin teklif oyçokluğuyla kabul edilmişti. Düzenlemeyle, “Koruma Bantları”nın adı, “İşletme Bandı” olarak değiştirildi ve 100 metreden 10 metreye düşürüldü. Daha önce 300 metre olan koruma bandı, 100 metreye düşürülmüştü. Buysa daha fazla yapılaşma demekti. İstanbul Şehir Plancıları Odası başkanı Tayfun Kahraman, yönetmeliğe ilişkin: “Bu bölgede su havzaları ve ormanlar mevcut olduğu için imara açılması söz konusu değildi. İBB’nin imar yasalarında burası ‘kırmızı çizgi’ydi. ‘Yeni şehir’le İstanbul yakın zamanda 20 milyonu geçecek. Özetle: İstanbul’u kaybedebiliriz.” demekteydi.

Anımsanırsa, 2011 yılında çıkan kanun hükmünde kararnameyle: Haydarpaşa Garı, Sirkeci Garı, Kuleli Askeri Lisesi, Sirkeci Postanesi gibi birçok tarihi yapının satılması gündeme gelmişti6. Ağustos 2011’de çıkartılan Maliye Bakanlığı Teşkilatı Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname’yle, Maliye Bakanlığı’na Hazine arazileri üzerinde imar yetkisi verilmişti. Maliye Bakanlığı, bazı taşınmazların imar planlarını değiştirerek otel, iş merkezi ve toplu konut olarak satma hazırlıklarına başladı. Bir maliye yetkilisi: “Boğaz’a nazır kamu binalarının bulunduğu alanların bir bölümü, imar planı değişiklikleriyle otel alanına dönüştürülebilir. Bu şekilde satışa çıkarılabilir. Araziler çok daha yüksek bedelle ekonomiye kazandırılabilir” diyordu. Belediye, KHK’nın çıkmasından hemen sonra Boğaz Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesi’ndeki yapıların kullanımına yönelik plan değişikliği yaptı.


İMKB: Küresel Borsanın Aklama Merkezi

İngiltere Başbakanı David Cameron’un, Türkiye’nin bölgesel bir finansal merkez haline dönüşmesine gayret gösterdiğini ifade eden: Londra Belediye Başkanı olan Lord Mayor Michael Bear, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) tarafından düzenlenen ‘İstanbul Uluslararası Finans Merkezi: Londra Deneyimi İstanbul’a Neler Söylüyor?’ konulu panelde şunları söylemişti: “Cameron Türkiye ile ilgili yaptığı yorumlarda, Türkiye’nin ekonomisinin, İngiltere ekonomisi için çok önemli olduğunu ve Türkiye’nin İngiltere’nin gözünde BRIC ülkeleriyle eşit olduğunu söylüyor. İstanbul ile Londra’nın birçok benzer yanı bulunuyor. İstanbul, doğu ile batı arasında köprü görevi görüyor, bu miras da Türkiye’nin önemini ortaya çıkarıyor. Türkiye’nin küreselleşebilmesi için Londra gibi bir finans merkezine ihtiyacı var. Ancak bunun için yeterli altyapı ve donanım gerekiyor.7”

‘Londra gibi bir finans merkezi’, hâlbuki: geçen yıl gazetelerde ve hükümet cenahında bu konu: Londra borsasından da, Wall Street’ten de büyük bir İstanbul Finans Merkezi başlıklarına rastlamaktaydık.

İMKB’nin 25. Yıl Konferansı’nın açılışında konuşan Tayyip Erdoğan, İstanbul’un uluslararası finans merkezi olması konusunda: “Bankalarımızın genel merkezlerini İstanbul’a taşımaya başlıyoruz. SPK, BDDK aynı şekilde buraya gelecekler. Zaten faaliyetlerinin büyük bir kısmını da burada yürütüyorlar. Temennim o ki İMKB’yi de aynı merkezin içinde bulundurmak suretiyle, bu hareketliliği orada yapmak ve dünyaya oradan çok farklı bir mesajı vermek.8” gibi laflar taşıyordu, ağzında. Borsa, merkezin içinde yer alacak ve tüm dünyaya mesaj iletilecekti: İstanbul borsanın yeni başkentinizdir!

İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda, Borsa’da ilk işlemin 25. yıldönümü, 3 Ocak 2011 akşamı Swissotel’de ve İMKB üyesi banka ve aracı kuruluşlar ile İMKB’de işlem gören şirketlerin temsilcilerinin katıldığı “25. Yıl Yemeği” düzenlemişti. İMKB Başkanı Hüseyin Erkan: “Amaç rekabetle gelişmeyi sağlamaksa, doğru yapılanmaya ihtiyaç vardır. Avrupa ile rekabet artık başlamıştır. Çok geç kalmadan, doğru bir yapılanma ile Türkiye’nin sermaye piyasasını organize ve planlı bir şekilde büyütmemiz gerekiyor. Ancak bu şekilde ciddi bir sinerji yaratıp hızlı bir büyüme ivmesi yakalayabiliriz. İstanbul Finans Merkezi projesi kapsamında, İMKB olarak planladığımız ve diğer sermaye piyasası kurumlarını da dâhil edeceğimiz bir operasyon şirketi ile ortak bir emir dağılım platformu oluşturmak, merkezi takas ve saklama, ortak teminat yönetimi ve tek bir noktadan tüm piyasalara erişilebilen bir yapıya geçmek istiyoruz. Bu yapıyı da dünyanın önde gelen borsalarına bağlamayı, çevre ülke borsalarını da dünya borsalarıyla Türkiye üzerinden iletişim içine almayı planlıyoruz. Karşılıklı likidite akışlarını gerçekleştirerek Türkiye’yi çekim merkezi haline getirmeyi hedefliyoruz. İstanbul Finans Merkezi projesinin omurgasını oluşturacak bu yapılanmayla Türkiye önce bölgenin, sonra da dünyanın finans merkezi olacak.9” diyordu.

İmar Planlarına, Finans Merkezine “Yangın”la Destek

İstanbul’da tarihi binalar, ilginç biçimde ‘yangın’ sonucu kullanılamaz duruma geliyordu. Son yangın da Galatasaray Üniversitesi’nde yaşandı. Yığma taştan yapılma bina, çatısından çöktü! Bundan önce, İstanbul’da bazı ‘yangın’ları anımsamakta yarar var.

Ortaköy’de şüpheli bir biçimde yanan 126 yıllık Naime Sultan Yalısı ve 157 yıllık Hatice Sultan Yalısı’nın arazileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından turizme açılmıştı.

Haydarpaşa Tren Garı’nın çatısında çıkan yangın 2,5 saatte söndürülebilmişti. Çatı ve 4. Kat tamamen yanmıştı. İBB Meclisi’nde CHP’li üyelerin ret oyuna karşın AKP’li üyelerin evet oylarıyla Haydarpaşa Port projesi onaylanmıştı.

Cağaloğlu İl Milli Eğitim Müdürlüğü binasında, nedeni belirlenemeyen bir biçimde yandı ve kullanılamaz hale geldi. İstanbul’da daha önce yandıktan sonra otele dönüştürülen diğer tarihi binalar gibi binanın otele dönüştürülüp dönüştürülmeyeceği hâlâ merak konusu.

1461 yılından bu yana ayakta duran Kapalıçarşı’da, Aralık 2012’de çıkan yangında hasar meydana gelmedi, lâkin esnafta tartışmalara neden oldu.

Belediyeye ait Çemberlitaş’taki eski konservatuar binası Nisan 2012’de yandı. 428-443 yıllarında yapılan tarihi bina Fatih Belediyesi’yle birleştirilince kapatılan Eminönü Belediyesi’nin binası tarihi Şerefiye Sarnıcı’nın ortaya çıkarılması amacıyla yıkılmak üzere üç yıl önce boşaltılmıştı.

Bakırköy’deki Taş Mektep, 2009 yılında yandı. Halkın çabaları sonucu bina eğitim vermeye devam etti.10

Galatasaray Üniversitesi yangınında da İktisat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Burak Gürbüz’ün söylediğine göre: Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in rektörlüğü döneminde (2000-2003) üniversite yönetimine; bu binanın otel olması için teklifler geldiğini, bu tekliflerin öğretim üyeleri arasında da konuşulduğunu ancak büyük tepki gösterilmiş11.

Prof. Dr. İlber Ortaylı, yangınla ilgili olarak: “..Oradaki 6 bin kitabı da ben bağışlamıştım. Bazı kitaplar bulunabilecek belki ama bazılarının bulunması çok zor. Envanteri var elimizde, bilmiyorum bu sulama işinde, söndürme işinde ne kadarı sağlam çıkacak onu bilemiyorum. Çok, çok üzgünüz. Binanın da gayet müzeyyen işleri var kalem işi. Artık o bitti. Bu bir ahşap bina değil aslında. Bu kagir (yığma taş) olarak yapılmış bina. Bunların ara katları ahşaptır. Çöktü zaten bina. Çok üzücü bir şey. Boğazdaki bu tarihi binaların okul olanların bilhassa böyle ardı ardına yanması çok düşündürüyor. Tekrar okul olması lazım.”

Ortaylı hocanın, düşündürücü bulduğu ‘yangın’lar: yeni imar, yeni şehir, yeni borsa, finans, merkez kavramları arasından boy atıyordu.

Amerikan Federal Reserve (FED) güç kaybediyor. Dünya borsaları kan istiyor. Küreselleşen dünyanın elitleri: Rockfeller ailesi, Yahudi finans zebanileri, Dolar’ın hiçleştiğinin (İran’la altın karşılığı ticaret örneği) farkındalar ki yeni rezerv atardamarını oluşturuyorlar ve de ‘yeni Roma’yı: İstanbul Finans Merkezi.

Esfender Korkmaz : Cari açık kanser oldu (II) /// CC : @esfenderkorkmaz

Dünkü yazımda cari açığın neden kansere dönüştüğünü açıklamıştım. Hükümet bu kanserin tedavisine yanlış yönden bakıyor. Yalnızca büyümeye bakıyor, kuru es geçiyor.

Ancak düşük kur tüketim artışını, tüketim artışı ithalat talebi yaratıyor ve aynı zamanda büyümeyi artırıyor. Demek ki çözüm düşünülecekse büyüme ve kur politikasını birlikte düşünmek gerekiyor.

Cari açığın önemli ölçüde kur sorunu olduğunu 3 gösterge yoluyla anlaşılabilir. Dünya kur savaşları, Merkez Bankası reel kur endeksi, cari açığın kendisi.

1) Dünya kur savaşları’85 Son beş altı yıldan beridir, ABD ve Avrupa Çin’e Yuan’ın değerini artırması için baskı yapıyor. Çin ise “Yuan değerlenirse cari fazla yerine cari açık veririz ” diye direniyor. ABD cari açığı düşürmek için doların değerini düşük tutmak istediğini açıkladı. Avrupa, “Euro’nun dolar karşısında değer kazanması, rekabet gücümüzü düşürüyor” dedi. Yani her ülke kendi milli parasının aşırı değer kazanmasını önlemeye çalışıyor. Özetle her ülke milli parasının aşırı değer kazanmasına engel olmak istiyor. Çünkü milli paranın aşırı değerlenmesi cari açığı artırmaktadır.

2) Nominal döviz kuru bir birim milli paranın yabancı para birimi cinsinden ifade edilmesidir. Ancak gerek milli para ve dövizde enflasyon farkı, kurları etkiler. Bunu düzeltmek için, kabaca bir ülkedeki fiyatlar genel seviyesi ile diğer ülkelerdeki fiyatlar genel seviyesini oranlamak gerekir. O zaman reel kur seviyesine ulaşılır. Milli paranın aşırı değerli olup olmadığı anlaşılır.

3) Türkiye’de Merkez Bankasının, 2003 yılı ve TÜFE bazlı reel kur endeksi Aralık ayında 118’dir. Bu demektir ki, Türk lirası yüzde 18 daha değerlidir. Bu şartlarda bir doların bu gün 2 lira 10 kuruş olması gerekir. Türk lirası değerli olduğu sürece, Türkiye cari açık vermeye devam edecektir. Çünkü kur düşük kaldıkça ithalat fiyatları daha düşük, ihracat fiyatları daha yüksek olacaktır. İthalat daha hızlı artacak dış açıklar oluşacaktır.

4) Madalyonun tersi, cari açık ortaya çıktığı için, Türk Lirası değerlidir. Denge kur seviyesi, cari açık veya cari fazlanın olmadığı bir seviyedir.

Dalgalı kur sisteminde kurlar otomatik olarak dengeye gelir. Cari açık olunca, dövize talep artar kurlar artar, cari fazla olunca döviz arzı artar, kurlar düşer. Türkiye’de, dalgalı kur sistemi çalışmadı. Otomatik kur dengesini sağlayamadı. Çünkü:

* Cari açıktan daha fazla sıcak para girişi oldu. Cari açığa rağmen döviz arzını artırdı.

* Türkiye’de finansal piyasalar yeteri kadar gelişmemiştir. Kur riskine karşı koruma sağlayacak enstrümanlar dün hiç yoktu. Bugün ise yetersizdir. Örneğin “Vadeli Döviz İşlemler” piyasaları gelişmemiştir.

* İki -üç yıl öncesine kadar, Merkez Bankası enflasyonla mücadelede kurları “gizli çıpa” olarak kullandı. Kur artışı sırasında sürekli piyasaya müdahale etti ve o zaman Merkez Bankası bizzat değerli TL hedefi açıkladı.

* Dolarizasyonun olduğu bir ülkede, dalgalı kur sistemi döviz piyasasının serbest çalışmasını önler. Dalgalı kur politikası etkinliğini kaybeder. Kur politikası çalışmaz. Zira elde döviz tutanların nasıl bir yol izleyecekleri, yastık altı döviz durumları önceden bilinmez.

Yeniçağ

Arslan Bulut : Yeni bir millet yaratmak, kimin işi Tayyip Bey ? /// CC : @ArslanBulut1

Tayyip Erdoğan, Türkiye halkının milli kimliği olan Türk kimliğini, Anayasal olarak ortadan kaldırmaya karar vermiş de Atatürk’ten söylev örnekleri vererek fikrine destek arıyor. Aynen şöyle diyor:

“1920’de Meclis’in açılışından bir hafta sonra Atatürk kürsüde der ki: ’’Meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim. Burada kastedilen zevat yalnız Türk değildir. Yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasırı İslamiyedir. (Yani İslam’ın unsurlarıdır) Ve samimi bir mecmuadır. (toplumdur)”

Ben üniversitelerimize, bilim insanlarımıza da samimi bir çağrıda bulunuyorum. Kayıkçı kavgasına dönüşen bu kavgalarda toplumu aydınlatacak kavramları izah eden çalışmalar mutlaka yapılmalıdır.

Hepimiz aslında aynı şeyi söylüyoruz. Hepimiz kardeşlik diyoruz. Milli birlik ve kardeşlik projesini bu nedenle ısrarla işliyoruz

Tek millet, tek bayrak, tek devlet diyoruz.

***

Bir imparatorluğun enkazının içinden, üstelik Anadolu’nun büyük bir bölümü de işgal altındayken, ayrı ayrı kendi etnik devletlerini kurmak isteyenleri, Türk Milleti adı altında toplayan kim peki? “Ne mutlu Türküm diyene” diyen kim? Milli devleti kuran kim? Atatürk, kendisine niçin Atatürk soyadını seçti?

Anlaşılıyor ki Tayyip Erdoğan, 1923 sonrasını kabul etmiyor.. Türkiye’yi 1923 öncesine; 1920’ye çekmek istiyor.. Bugün, tıpkı 1920’deki gibi Anadolu işgal altındaymışçasına, bazı etnik gruplar kendi kimlikleri ile siyasi bir varlık haline gelmeye çalışıyor. Erdoğan ve onun gibi milli kimlikten rahatsızlık duyanların meselesi şu ki Türklüğü sadece bir ırk olarak görüyorlar. Etnik olarak Türk boylarından herhangi birinden değillerse, Türk kimliğini dayatma olarak hissediyorlar. Fakat Türkiye halkını birleştiren kimlik olan Türklüğün karşısına “İslam” ı bir siyasi kimlik olarak dikmenin de çözüm olmadığını görüyorlar. Ne diyecekler milletin adına? CIA’nin kontrolündeki Farrakhan gibi “İslam milleti” mi diyecekler? Öyle derseniz, Türk Arap, Fars, Pakistanlı, Endonezyalı aynı millet mi olacak? Öyle ya onlar da anasırı İslam değil mi? Yani Yahudi milleti gibi.. Oysa, İslam dini evrenseldir. Kur’an’a göre hüküm verecek olursanız, milletleri, kavimleri yaratan da dillerini yaratan da Allah’tır.. Elbette herkesin dili, etnik kimliği saygıdeğerdir. Fakat milli kimlikte birleşmiş olmak, kimsenin etnik kimliğini yok etmek değildir ki..

***

Bedevileri çeyrek asırda cihan devleti yapan güç, Kur’an’da ve Kur’an dilinde birleşerek Arap milleti haline gelmeleri değil miydi? Sonradan Arap kimliğinden uzaklaştıkları için parçalanarak ABD ve Avrupa’nın sömürgesi olmadılar mı?

Hangi etnik gruptan olurlarsa olsunlar, Türkler de kendi kimliklerinden uzaklaşırsa, un ufak olmaz mı?

Evet geçmişte hatalı uygulamalar vardır. Fakat insaf; bugünkü Başbakan bile “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” hükmünü hala anlayamamışken, cumhuriyetin eski kadrolarını sorgulama hakkına sahip miyiz?

Bence de mesele, sosyal psikoloji yöntemleri ile çözülürdü. Ancak, bir ülkenin başbakanı bile kendi milli kimliğine karşı bayrak açmışsa, o ülkeye hiçbir üniversite, hiçbir bilim adamı çözüm getiremez.

Erdoğan, Türklüğü niçin sadece bir ırkın adı olarak gördüğünü kendi vicdanında çözümlemezse onu hiçbir bilim adamı ikna edemez.

Erdoğan’ın tek doğrusu, “Tek millet, tek bayrak, tek devlet” te ısrar etmesidir. Fakat milli kimliği tanımamak suretiyle, bu ilkeleri bizzat kendisi zedeliyor.

Yeni bir millet yaratmak Allah’a mahsustur Sayın Erdoğan! Bunu, yandaş bilim adamlarına da yandaş hukukçulara da yaptıramazsınız…

Yeniçağ

Ahmet Takan : Haritaya bakalım !!! /// CC : @ahmethtakan

Futbol sahalarının meşhur sloganıdır; “Tabelaya bakalım göbek atalım…”

Patriotseverlerin, yazının tümünü okumalarına gerek yok, aşağıda vereceğim haritaya baksınlar yeter. Göbek atıp atmayacakları onların bileceği iş!..

Patriotları neredeyse resmi devlet törenleri ile vatan topraklarımıza konuşlandıracaktık. Ortalığı saran sevinç çığlıklarına da bakarsak bir tek havai fişek gösterisi yapmadığımız kaldı.

Neymiş?

NATO büyük lütuf göstermiş, Suriye’den gelebilecek saldırılara karşı vatan topraklarını savunabilmemiz için Patriotları bize göndermiş!..

Davulu boynumuza astılar.. Tokmak onların elinde.. Nasıl olsa istedikleri gibi çalacaklar davulu.. Bizim millet de uzaktan dinlemeyi sever..

Vur Allah vur!..

Önce bize yutturulmaya çalışan yalanların ardındaki şu gerçekleri bir daha hatırlayalım;

1- Patriotların Türkiye’ye yerleştirilebilmesi için Anayasa’nın 92’nci maddesine göre Meclis kararı lazım.

2- Suriye tezkeresi de Patriotları kapsamıyor. Hükümet yetkililerinin ve Savunma Bakanlığı’nın, “Meclis kararına gerek yok, NATO-SOFA ve SEİA Anlaşmaları kapsamında yerleştiriliyor” açıklaması tamamen yanlış. Bu anlaşmalar sadece hukuki konular ve gümrük muafiyetleri ile yabancı askerlerin Türkiye’deki askeri üslerde hareket tarzlarını belirliyor.

3- 1991 yılında Türkiye’ye gelen Patriotların komutası Türkiye’de idi.

4- 2003 yılında gelen Patriotlar Amerika’nın komutasındaydı.

5- 2013’de gelen Patriotların komutası NATO’da.

Şimdii!.. Vatan topraklarımıza yerleştirilen Patriotları haritadan görelim..

Burada NATO kılıfı ile Malatya Kürecik’teki Amerikan Radarı ve Adana İncirlik’teki Amerikan üssünün nasıl koruma altına alındığını kelimelerle anlatmaya gerek var mı? ..

Patriotların kapsama alanını gösteren dairelere baktığınızda Gaziantep’e yerleştirilenlerinde nasıl boşluğu kapattığı çıplak gözle görülmüyor mu?..

Ben yine de ihtiyatlı davranmayı tercih ettim. Uzmana; emekli Kurmay Albay Ümit Yalım’ın görüşlerine başvurdum.

Aldığım cevap;

“Patriotların menzili 80 kilometre. Suriye’nin envanterinde olan Scud Füzelerinin menzili 700 km. Türkiye’nin savaşa girmesi halinde Scud füzeleri, batıda Ankara dahil olmak üzere Karadeniz kıyılarındaki iller ve Doğudaki iller füze tehdidi altında. Adana, Kahramanmaraş ve Gaziantep’e yerleştirilen Patriotlar ile, Şanlıurfa, Akçakale, Malatya merkez, Elazığ, Siirt, Diyarbakır, Mardin, Hakkari, Erzurum, Erzincan, Kars Trabzon, Giresun ve Rize gibi illeri korumak mümkün değil. Malatya ve Diyarbakır’daki havaalanları ile buradaki savaş uçaklarımız Scud tehdidi altında kalacak”

Bir hatırlatma daha; Patriotları güle oynaya topraklarımıza yerleştiren Hükümet 11 yıldır en büyük ihtiyacımız olan “uzun menzilli bölge ve füze savunma sistemi” projesi için karar alamıyor.

Gündemde onca madde varken niye “Patriot” yazdım?.. “Muhteşem” Katar’dan döndü ya!..

NOT: “İdris Naim çok dertli” başlıklı yazım üzerine AKP’li Abdulkadir Aksu bir açıklama gönderdi. Ben kendisi hakkında kulislerde konuşulanları yazmıştım ama Aksu, “İçişleri Bakanlığına atanan Mardin Milletvekili Sayın Muammer Güler’le ilgi şahsıma ait olmayan ifadelere yer verilmiştir. Söz konusu görüşlerin hiçbiri bana ait değildir. Sayın İçişleri Bakanı Muammer Güler uzun yıllardan beri devletin çeşitli makamlarında görevini layıkıyla tamamlamış ve bugün de İçişleri Bakanlığı gibi önemli bir makama gelmiş değerli bir kardeşimdir. Sayın Güler’in bu makamda da başarılı olacağına inancım tamdır” diyor.

Yeniçağ

Necati Doğru : Boşnak bir kadın “Türklük Dersi” verdi !

Dört gündür şiddeti artarak büyüyor. Neredeyse parçalayacaklar. Yüz koldan saldırıyorlar.

Türk ırkçısı!

Türk faşisti!

Türk kafatasçı!

Oysa bu milletvekili hanım, Konyalı, Yozgatlı, Kırşehirli bir Türk aileden gelmiyor. Adanalı, Kastamonulu, Antalyalı; anası, babası ve yedi ceddi Türk biri değil.

Kadın Boşnak.

Boşnak kızı Boşnak.

Bir Boşnak kadın, “Türklük Dersi” verdi diye en çok da Hürriyet Gazetesi’nin ve bu gazetenin bir türlü büyüyemeyen yavru yayını Radikal Gazetesi’nin yazarları (bir kaçı hariç), kalemlerini kanlı kurşun yaptılar. Boşnak kadına, partisine, onu partiye alana, selam verene, meclis sıralarında yanında oturana küfür yağdırıyorlar.

Xxx

Çelişkiye bak!

Öküz öldürür.

Hürriyet Gazetesi’nin sol en üst köşesinde dalgalanan ay yıldızı Türk bayrağının altında “Türkiye Türklerindir” yazıyor. Bu gazete kurulduğundan beri 65 yıldır her sabah “Türkiye Türklerindir” diye yayınlanıyor. Hürriyet’de yazanlar ırkçı olmuyor.

Faşist diye damgalanmıyor

Türk kafatasçı sayılmıyor.

Fakat bu Boşnak kadın konuşmasının bir yerinde; “Bana Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit gördüremezsiniz” dediği için Türk ırkçısı, Türk kafatasçısı, Türk faşisti damgasını vuruyorlar.

Gerçekten bu çelişki.

Sadece öküzü öldürmez.

Mandayı bile götürür.

Xxx

65 yıldır logosunda “Türkiye Türklerindir” yazdığı için ne Hürriyet Gazetesi, faşisttir, ırkçıdır, Türkleri üstün, Kürtleri aşağıda görür ne de CHP’nin Boşnak kökenli İzmir Milletvekili, “Türk Ulusu ile Kürt Milliyeti eşit değildir” dedi diye faşisttir, ırkçıdır. Boşnak köklü milletvekilinin sözleri; “Türkiye’de herkes Türk adı altında eşittir. Türklük üstünlük taslamak için değil birleştirici, yapıştırıcı, kaynaştırıcı olsun diye kullanılmaktadır. Bu açıdan bakınca bu vatanda Yahudi de Türk’tür, Ermeni de Türk’tür. Kürt de Türk’tür, Laz da Türk’tür. Çerkez de Türk’tür. ” anlamına geliyor.

Xxx

Tarihin cilvesi.

Boşnak kadına “Sen Türkleri üstün ırk görmektesin, sen üstün ırk peşindesin” diye yüz koldan saldırıyorlar. Boşnak’ların Türklerle yakınlıkları sadece Müslüman olmalarıdır.

Boşnak efendice anlatıyor.

Bilimsel olarak sergiliyor:

“Ben üstün ırk peşinde değilim, ben Türk’ü üstün ırk, Kürt’ü aşağı ırk olarak görmüyorum. Ben Boşnak’ım ve babamın ülkesi bölündü çok acılar çektik, Türkiye bölünmesin istiyorum” diyor fakat hep bir ağızdan;”yok yok sen Türkler üstün, Kürtler aşağıda dedin” diye bağırıyorlar.

Xxx

Fırsat saydılar.

Profesör Boşnak Kadın, “Türklük yapıştırıcı yapıldı. Türklük adı altında birlik olunsun, kardeş olunsun, birlikte uygar olunsun, birlikte zengin olunsun, birlikte paylaşılsın, birlikte vatansever olunsun istendi. Bırakın, bozmayın. Kökü kökeni ne olursa olsun bu ülkede yaşayan hereksi birbirine yapıştırıcı olarak Türklük kalsın” demek istedi.

Ölümüne saldırıyorlar.

Amaçları belli:

Bölünmeyi hızlandırmak.

CHP’yi çatlatmak.

Emperyalizme hizmet.

Sözcü

Suay Karaman : UĞUR MUMCU’YU ANMAK /// CC : @SUAYKARAMAN

Bu yıl 20. Adalet ve Demokrasi Haftası’nda başta Uğur Mumcu olmak üzere yitirdiğimiz tüm yurtsever aydınlarımızı özlemle ve sevgiyle bir kez daha andık. Ölümünün üzerinden yirmi yıl geçmesine karşılık, yoğun bir özlem, sevgi ve kitlesel törenlerle anılan Uğur Mumcu, ilke ve değerleri için yaşayan tartışmasız bir Kalpaksız Kuvayı Milliyeciydi.

Yaşadığımız bu sıkıntılı günlerde Uğur Mumcu’yu anmak, Kemalist ilke ve devrimlere sahip çıkmaktır. Tam bağımsızlığa sarılıp, emperyalizme karşı direnmektir. Aydınlanma karşıtı hareketlere isyan etmektir, başkaldırmaktır. Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletine sahip çıkmaktır. Atatürk Türkiye’sini ve ulusal bütünlüğümüzü korumaktır. Aklın ve bilimin öncülüğüdür.

Uğur Mumcu’yu anmak, bazılarının eş başkanı olmakla övündüğü Büyük Ortadoğu Projesi’ne karşı çıkmaktır. Alt kimlikler, din ve mezhepler üzerinden çatışmaya, bölünmeye, özerklik projelerine hayır demektir. Ulus devlete ve ulusal kimliğe sıkı sıkıya sarılmaktır. Özelleştirmeye karşı çıkmak, toprak reformunu savunmaktır.

Yapılan bu anma toplantılarında amaç sadece Uğur Mumcu’yu anmak değil, anlamak da olmalıdır. Uğur Mumcu’yu anladığımız zaman, ülkemiz üzerinde oynanan emperyalist oyunları da görmek mümkün olacaktır. Böylece “bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı” daha bilinçli olarak mücadele ederek, aydınlanma yolunda ilerlemeler sağlanacaktır.

Toplum olarak Uğur Mumcu’yu yeterince anlayabilseydik, 27 Haziran 1975 tarihinde yazdığı “Kanıksamak” adlı yazısındaki “Demokratik bir toplum için en büyük tehlike, yolsuzluklara, karanlık cinayetlere ve haksızlıklara karşı kamuoyunun duyarlılığını yitirmesidir. Yaşadığımız olaylar demokrasimiz için bir utanç sayfasının kanlı satırlarıdır. Unutmayalım ki bazı insanlar cinayetlere, haksızlıklara ve yolsuzluklara susarak da katılmış olurlar” sözleri karşısında, bugünkü suskunluğumuzu bozardık.

“Biz sapına kadar Kemalist’iz.. Mustafa Kemal’i savunmak, her devrimcinin namus borcudur. Mustafa Kemal’i küçümseyen, hor gören bir devrimci ile bizim işimiz olamaz” diyen Uğur Mumcu’yu anlayabilseydik, bağımsızlık türküleri söylenen bu topraklarda Atatürk’e saldıranlara, aynı sertlikle karşılık verirdik.

Uğur Mumcu’yu ve öldürülen tüm yurtsever aydınlarımızı anmanın ötesinde anlamak için, uğruna canlarını verdikleri değerler adına mücadeleyi daha da ileri götürmek zorundayız. Eğer bu mücadelede, söylemleri yaşama geçiremezsek, her yıl anmanın ötesine gidemeyiz.

23 Şubat 1977 tarihinde yazdığı “Vur, Öldür, Yaşatma” adlı yazısındaki umut dolu söylemler, bize gelecekteki aydınlık günleri müjdelemektedir. “Gün gelecek, bütün bunların hesabı sorulacaktır. Gün gelecek, akıttıkları kan gölünde boğulacaklardır. Göreceksiniz, bugün değilse yarın, yarın değilse öbür gün. Ama bu hesap sorulacaktır. Bir gün mutlaka sorulacaktır. Yarın, öbür gün, ama mutlaka sorulacaktır”

Emperyalizme karşı ulusal güçlerin birlikteliğiyle, bütün sorunların üstesinden geleceğimiz günler, Uğur Mumcu’yu anladığımız günler olarak tarihe geçecektir.

İlk Kurşun Gazetesi, 28 Ocak 2013.

Ali Eralp : BEBEK KATİLİ APO, NASIL “SAYIN ABDULLAH ÖCALAN”A DÖNÜŞTÜRÜLDÜ ? /// CC : @alieralp

Kürt isyanları hep ağaların, beylerin, aşiret ve tarikat reislerinin öncülüğünde, emperyalizmin desteğinde ortaya çıkmıştır. Dün arkalarında İngiltere, Fransa vardı, bugün ABD.

Amerika PKK’dan, AKP’den, Barzani’den, Talabani’den elini eteğini çekip, onlara yardımlarını kestiği zaman ortada ne APO ne Barzani ne de AKP kalır…

Esameleri bile (adı) okunmaz.

Ulusal güçleri ve vatanı bölmek için, Osmanlının son dönemlerinde İngilizler, günümüzde ise Amerikalılar etnik ve dinsel güçleri kullanmaktadırlar.

ABD, BOP planını uygulayabilmek için Ortadoğu’da ve Türkiye’de küçük devletler oluşturma politikasını izlemektedir. Vatanımızdaki “eyalet sistemi” ve özerklik çalışmaları bu planın bir parçasıdır.

Abdullah Öcalan’ın vatanı parçalama ve bölme görevini Kurtuluş Savaşı yıllarında “Kürt Teali Cemiyeti” (Kürt Yükselme Derneği) başkanı Seyit Abdülkadir, Recep Tayyip Erdoğan’ın bugünkü Eşbaşkanlık görevini de Sadrazam Damat Ferit üstlenmişti. İngilizlerin yönlendirmesiyle Diyarbakır, Bitlis, Elazığ illerinde bir “Kürt devleti” kurma çabasındaydılar.

Sadrazam Damat Ferit, Kürt Teali cemiyetinin girişimlerini destekliyordu. O, İngiliz yüksek komiseri Amiral De Robeck’e iki kez başvurarak, Mustafa Kemal’e karşı Kürtleri kullanmayı önermişti. De Robeck Damat Ferit’in bu önerilerini Lord Curzon’a şöyle iletmişti:

“Damat Ferit bana geldi ve dedi ki: Kürtler ayrı bir devlet olacaktır. Mustafa Kemal’i sevmezler. Çünkü o Bolşevikliği getirmek istiyor. Siz Mustafa Kemal’den nefret ediyorsunuz. Çünkü sizin yaptığınız anlaşmayı kabul etmiyor. O halde Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı birlikte kullanalım.” (Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, 277)

Böylece, padişahın, sadrazamın ve İngiltere’nin desteğini arkasına alan işbirlikçi Seyit Abdülkadir, 31 Mart 1920 tarihli Peyam-ı Sabah gazetesinde şunları yazıyordu:

“Kuva-yı Milliye’ye aldanmayınız. (Onlar) Bolşeviklerin kafasını taşıyan yurtsuz serserilerdir. Hilafet ve Saltanattan ayrılmayınız.”

Günümüzde ise ABD’li tarihçi Dr. Griffin Tarpley, emperyalistlerin Türk yöneticilerini nasıl kullandıklarını şu sözlerle gözler önüne sermektedir:

“Türkiye’yi ziyaret ettim, pek çok siyasi lider ile görüştüm. Türkler öncelikle Amerika ve İngiltere ile ittifakın ‘öldüren bir kucaklama’ olduğunu anlamalı; bir başka deyişle İngilizler – Amerikalılar Türkleri öldürene kadar sevecekler. Türkleri Suriye’ye karşı kullanacaklar. Ve çatışmayı modern Türkiye’yi yok etmek için kullanacaklar. Korkarım, Obama’nın aldattığı Erdoğan ve Davutoğlu bu psikoloji ile kendi çukurlarını kazıyorlar. Kazanacakları hiçbir şey yok ve kaybedecekler…”

1918’lerde, 20’lerde Sevr’le uygulanmak istenen “Böl – Yönet” politikası günümüzde Abdullah Gül, Abdullah Öcalan, Recep Tayyip, Fettullah Gülen ve Ahmet Davutoğlu eliyle, BOP adı altında hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.

Mondros Mütarekesi bu kez de İmralı’da imzalanıyor. AKP iktidarı mücadele yerine müzakereyi seçmiştir ve ABD, AB’nin, bölücü örgütün isteklerini eksiksiz yerine getirebilmek için elinden gelen çabayı göstermektedir.

Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bir avuç bölücü eşkıya karşısında diz çökmüş, teslim bayrağını çekmiştir.

Ama hemen belirtelim, aslında bu yenilgi bir anda ortaya çıkmadı. Gökten zembille de inmedi. Terör örgütünün ve liderlerinin siyasallaştırılması, yasallaştırılması çalışmalarının temelleri yine geçmiş yıllarda Abdullah Gül’ler, Recep Tayyip’ler eliyle atıldı.

2 Nisan 2003’de, o zamanki ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ile Abdullah Gül’ün yaptığı 2 sayfa, 9 maddelik gizli anlaşma, bugünkü PKK – AKP görüşmesinin Anayasası olmuş, ona yön vermiştir. Bu anlaşmanın maddeleri devrimci, demokrat güçlerin sessizliği, ilgisizliği karşısında adım adım gerçekleştirilmeye çalışılmış, PKK ile mücadele yolundan, müzakere yoluna geçilmiştir.

Komutanlar bu nedenle zindanlara atılmıştır.

Şu sıralar tanık olduğumuz AKP – PKK kucaklaşması ise oynanan oyunun son sahnesidir.

Şimdi o anlaşmanın maddelerinden bazılarına şöyle kısaca bir göz atalım:

Türk askeri Kuzey Irak’tan çekilecek. (Çekildi)
PKK’ya karşı sınır ötesi harekâtlara son verilecek. (Verildi)
PKK’ya askeri harekât için izin istenecek. (Son harekât için izin istendi)
Türk ordusunun asker ve silah gücünde indirim. (Orduda tutuklanmayan komutan kalmadı)
Irak’ın Kuzeyinde kurulacak devlet resmen tanınacak. (AKP, Barzani’lerle kucak kucağa, merkezi devlet yerine şimdi Barzani ile anlaşma yapıyor)
PKK’ya geniş kapsamlı af. (Yolda, gelmek üzere)


Anlaşmanın arkasından, Abdullah Gül “BOP içinde ABD ile birlikte hareket ediyoruz” diyerek aldıkları görevi açıkça ilan etmiş, Recep Tayyip de BOP Eşbaşkanlığı görevini üstlenmişti.

RTE, daha başbakanlık koltuğuna oturmadan önce, 14 Ocak 2000 yılında, konuk olduğu Avustralya’nın SBS radyosunda, sorulan bir soru üzerine, Terörist başı Abdullah Öcalan için iki kez “Sayın” sözcüğünü kullanmış, şehitlerimize ise “Kelle” deyişini uygun görmüştü.

Bebek katili Öcalan’ın “Sayın Abdullah Öcalan”a dönüştürülüp, ucu “Oslo Görüşmeleri”ne değin uzanan yolda bu tarih ve konuşma Recep Tayyip’in PKK ile ilgili düşüncelerini sergilemesi açısından çok önemli bir kilometre taşıdır.

BOP Eşbaşbakanı olduktan sonra Başbakan, 15 Şubat 2004’de, “Teke Tek” Programında “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir, bir merkez olabilir” sözleriyle PKK konusunda izleyeceği teslimiyet politikasının sinyallerini daha o zamandan vermişti…

Oysa aynı Recep Tayyip daha önce, eski başbakanlardan Mesut Yılmaz’ın, “AB yolu Diyarbakır’dan geçer” sözünü şiddetle eleştirmiş ve şunları söylemişti:

“Bu ülkeye öyle başbakanlar geldi ki ‘AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer’ dedi. Niye Diyarbakır’dan geçer diyorsun? ‘Türkiye’den geçer’ de ya. Ayrım ifadesi taşımasın. Sen öyle deyince Hans, Corç doğru Diyarbakır’a gidiyor.”

Bu konuşmayı yapıp, “Hans, “Corc” tehlikesine dikkat çeken Başbakan, daha sonra sert bir U dönüşü yaparak “Kahraman Amerikan askerlerinin evlerine sağ salim dönmeleri için dua ediyorum…” dedi.

Onun dua ettiği “Kahraman ABD askerleri” İncirlik’ten kalkan uçaklarla Irak üzerine tam 120 bin sorti yaptı. Taş taş üstünde bırakmadı. İslam Medeniyetinin simgesi olan “İmamı Azam” türbesini, camileri yerle bir etti. Milyonlarca bebeyi, dedeyi, yaşlı genç, çoluk çocuk demeden hunharca öldürdü. Milyonlarca kadının ırzına geçti.

Uzun sözün kısası, ABD’nin BOP Planının gerçekleşebilmesi için Abdullah Gül’ler, Recep Tayyip’ler, Fettullah Gülen’ler hazırlandı, eğitildi ve toplum onların çabaları ile alıştırıla alıştırıla, adım adım yol alınarak, bu günlere gelindi.

Yalan dolan, tertip, sadaka ekonomisi, ezan, dua sesleri arasında PKK ile mücadele sürecinden, müzakere sürecine girildi.

Terörist başı APO bulunmaz Bursa kumaşı şimdi…

Bebek katili, idam mahkûmu vatan haini APO, böylece, oldu “Sayın Abdullah Öcalan…”

Sıra geldi genel affa… Havuzlu yalı hapsine…

Ama ne ABD’nin, ne AKP’nin, ne de PKK’nın hesaplayamadığı, hesaba katmadığı bir engel oluşturuluyor karşılarında şimdi. Bir set, bir duvar, yükseliyor…

Atatürk engeli bu. Atatürkçülerin duvarı… Atatürkçüler dostça, kardeşçe, ATATÜRK’DE BİRLEŞEREK, bütünleşerek, el birliği ile örüyorlar bu Atatürk engelini…

Bu engeli aşamayacaklar.

İLK KURŞUN

Türker Ertürk : ZİL TAKIP OYNARLAR /// CC : @orsatramola @turkererturk

Başbakan Erdoğan muvazzaf subayların tutuklanması ile ilgili olarak “ Oralara gönderecek subayımız kalmadı, böyle şey olmaz “ ve devam ediyor “ Hele hele Genelkurmay Başkanı’nı bu şekilde değerlendirirsen bütün morali altüst eder “ diyor.

Erdoğan’ın söylediği bu sözlerin kıymeti harbiyesi yoktur. Bu söylenenler yalanın kuyruklusudur ve kuyruk şeytana aittir. Amaç halkı kandırmak, hukuksuzluktan ve adaletsizlikten sanki kendisi de şikayetçiymiş gibi algı operasyonu yapmaktır.

Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı halen sürdürülen operasyonlar; arkasında CIA desteği olan F Tipi Örgüt ve onun devlet içine sızmış ahtapot kolları ile yapılmaktadır. Erdoğan liderliğindeki AKP, vatan, millet, cumhuriyet ve Atatürk düşmanı bu örgüte operasyonlar için elverişli ortamı sağlayabilmek maksadıyla yasal düzenlemeler yapmış ve idare desteği vermiştir.

Koruyucu kalkan

Ne zaman ki örgütün namlusu kendisine dönmüş hemen kanunla kişiye özel düzenlemeler yaparak koruyucu kalkanını çıkarmıştır. Ama hukuksuzluğa, adaletsizliğe ve her türlü düşmanlığa rağmen asker için o kalkan kalkmamıştır.

Bugün Türk Deniz Kuvvetleri’nin muharip amirallerinin üçte ikisi tutukludur, hükümlüdür, sanıktır, mağdurdur ve müştekidir. En nitelikli subaylar operasyonel davalarla ya zindanlara atılmış ya da tasfiye tehdidi altındadır.

Bu işi birazcık bilen bir yurttaş olarak söylüyorum Türk Deniz Kuvvetleri’nin savaşacak moral ve motivasyonu ile ona komuta edecek nitelikli insan gücü yok edilmiştir. Bunun sorumlusu Erdoğan ve AKP’dir.

Başbakan’a rapor edilmiş

Bu husus sadece benim yaptığım bir analiz de değildir. Bu üzücü gerçeklik en yetkili ağızlardan Başbakan’a rapor edilmiş o da “ Merak etmeyin bunu biliyorum savaş çıkarmam “ demiş. Bu cevabı veren akla bir gecelik ihtiyacımız var rahat uyku uyuyabilmek için.

Sanırım Erdoğan, silahlı kuvvetlerin esas görevinin savaşmadan caydırıcılık üretmek olduğunu bilmiyor. Yine Erdoğan, deniz kuvvetlerinin ülke güvenliğine yaptığı katkının ötesinde deniz alaka ve çıkarlarının koruyucu unsuru olduğunu da bilmiyor.

Bugün iflas etmiş Yunanistan Türkiye’ye meydan okumaktadır. Yayınladığı Münhasır Ekonomik Bölge ( Economic Exclusive Zone ) haritaları ve konuda yaptığı anlaşmalarla Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ( GKRY ) ile birlikte Türkiye’nin aleyhine olarak Doğu Akdeniz’i parsellemiştir. Yapılan son araştırmalar göstermiştir ki Doğu Akdeniz petrol, doğal gaz ve ham madde olarak çok zengindir.

Üstünlük Yunanistan’a geçti

Aynı Yunanistan Ege sorununu kökten çözebilmek için karasularını 12 mile genişletme planları yapmaktadır. Ege’de adalarımız işgal altındadır. Yunanistan’ın Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin çıkarlarını yok sayan yaklaşımlarının arkasındaki neden Türk Deniz Kuvvetleri’nin durumudur. Çünkü Erdoğan ve AKP desteğinde F Tipi Örgütün yaptığı düşmanca operasyonlarla durumsal üstünlük Yunanistan Deniz Kuvvetleri’ne geçmiştir.

Geçtiğimiz günlerde Donanma Komutanı F Tipi Örgütün operasyonları nedeniyle istifa etti. Bu durum muz cumhuriyeti benzeri ülkelerde bile ses getirirdi ama zıvanadan çıkmış ülkemizde vaka-i adiyeden sayıldı. Örgüt ahlaksız bir şekilde komutanın ailesine saldırmıştı!

Buradan komutana da bir serzenişte bulunmak isteriz. Gönül arzu ederdi ki istifasında bardağı taşıran son damla ailesine olan değil öncesinde silah arkadaşlarına olan saldırı olmalıydı.

Bu saldırıların amacı Türk Silahlı Kuvvetleri’ni tasfiye etmek, Türkiye’de rejim değişikliği yapmak ve yeni rejimin ordusunu kurmaktır. İşbirlikçi ve satılmış değilsen bil ki ateş mutlaka sana da gelecektir.

Askerler artık istifa etmemelidir

Donanma Komutanı’nın istifası üzerine tutuklu asker aileleri “ Aynı tepkiyi herkes vermeliydi “ demiş. Buna benzer olarak “ General ve amiraller hepsi istifa etmeli bakalım ne yapacaklar? “ diyenler de var. Bu görüşe katılmıyorum! Artık istifalarla çözüm alınacak, haksızlığa hukuksuzluğa ve adaletsizliğe engel ulanabilecek eşik geçilmiştir. Eğer hepsi istifa ederse bundan dolayı gayet memnun olurlar hatta “ Zil takar oynarlar. “

Askerler, saldırıların ülkemize ve bölgemize yönelik emperyalist projenin gerçekleştirilmesi için sürdürüldüğünü anlamalı, silah arkadaşlarına sahip çıkmalı ve ahlaksız saldırılar nedeniyle bundan sonra asla istifa etmemeli ve mevzilerini terk etmemelidir.

Savunulması gereken Cumhuriyetimiz ve Atatürk önderliğinde yapılan Türk Devrimleridir.

Saygılar sunarım

İLK KURŞUN

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.