NOT : DÖKÜMANLAR İNGİLİZCEDİR.
DÖKÜMANLARI BURADAN İNDİREBİLİRSİNİZ.
Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu
SAYFAYA BURAYA TIKLAYARAK GİREBİLİRSİNİZ.
***
ÖZEL BÜRO NOTU :
TAVSİYEMİZ SADECE İLLUMİNATİ KONUSUNU KAPSAMAKTADIR.
SAYFADA YAYINLANAN SİYASİ MESAJLAR HER NE KONUDA OLURSA OLSUN GRUBUMUZU BAĞLAMAZ.
Türkiye’nin en çok alışveriş yapılan internet sitesi Gitti Gidiyor’un logosunda İbranice’nin baş harfi “Alef” bulunuyor.
Son dönemde artan İlluminati furyası logolarda da kendini gösteriyor. Türkiye’de e-alışveriş denilince akla gelen ilk isimlerden biri olan Gitti Gidiyor’un logosunda ise Yahudilerin kullandığı dil olan İbranice’nin baş harfi “Alef” gizlenmiş. Logonun tasarımında ise İlluminati etkisinin yapılmak istendiği görülüyor.
İlluminati nedir?
İlluminati’nin dünyayı yöneten gizli güçler olduğu belirtiliyor. Simgesi ise her yeri gören göz anlamına gelen Ra Tanrısının tek gözüdür.
İlluminati, tarihteki adıyla Bavyeralı İlluminati, Rönesans döneminde 1 Mayıs 1776’da kurulmuş bir cemiyet. Modern İlluminati, zihin kontrolü uygulayarak, hükümetleri ve kuruluşları ele geçirerek Yeni Dünya Düzeni’ni sağlamak amacıyla hareket ettiği iddia edilen, monarşileri yıkmayı, dini inançları yok etmeyi, ulus devletleri ve vatanseverliği sonlandırarak sosyal düzeni alt üst etmeyi planladığı öne sürülen ancak faaliyeti ve varlığı kanıtlanamamış bir yapılanma.
Şimdi ise İlluminati örgütünün başında oldukça zengin kişilerin bulundukları düşünüyor. En önemli silahlarının ise müzik sektörü olduğu belirtiliyor. Örgüte hizmet eden üyeler simgeleri her yere yaymaya çalışıyor. Özellikle film, çizgi film, poster gibi mecralarda gizlenmiş sembollerin kişilere Yahudi simgelerine karşı sempati kazandırmaya çalışıldığı biliniyor.
Lady Gaga, Jay Z, Eminem, Katy Perry, Lenka ise örgütün en aktifleri olarak biliniyorlar. Şarkıcılar video kliplerinde sıkça İlluminati’ye başvuruyorlar.
Örgüt son olarak geçen aylarda gündeme gelmişti. Sistem gereği sitelerinde sayaç doluyor ve insanlar sayaç dolunca korkunç şeyler olacağını düşünüyordu fakat beklenen olmadı. Örgüt bu yöntemle gündeme gelmek istemişti.
11 eylül 1980 tarihinde kardeş kardeşi vururken, 12 eylül günü darbe yapıldı ve 13 eylül de tutuklamalar başladı. İlginçtir, bilinen adreslere yapılmayan baskınlar darbe ile birlikte yapılmaya başlandı ve olaylara karıştığı söylenen kişiler tek tek evlerinden alındı. Peki öğrencilerin liderlerinden büyük çoğunluğu neredeydi?
Liderler, 11 eylül akşamı ülkeyi terk etmişti; ne tesadüf. Ülkede militan kadrolar, sendikacılar, politikacılar, düşünen kişiler, akademisyenler ve diğerleri (!) kalmıştı. Öyle ki Kenan Evren dahi, 13 eylül de terörün bıçak gibi (!) kesildiğine şaşırdı. Devrimciler ile birlikte Ülkücüler de tutuklanmış, sonrasında büyük hapis cezalarına çarpılmışlardı. Ülkücü kesimde büyük bir hayal kırıklığı hakimdi.
Abdullah Çatlı, Oral Çelik, M.Ali Ağca gibi kişilere yapılan uygulamanın kendilerine yapılmadığını anlayıp isyan ettiler. “Devletin kendilerine verdiği sözü tutmadığını” iddia ettiler.
ABD-İsrail’in Sovyetler Birliği’ne karşı tezgahladığı “yeşil kuşak projesinin” ilk aşaması gerçekleşmişti. Sıra diğer aşamalara gelmişti.
Dindar gençlik yetiştirme projesinin şimdiki Başbakanının fikri olduğunu düşünenler yanılıyor. Bu proje Evren tarafından hayata geçirilmişti. İmam Hatib Lisesi patlaması, 12 eylül sürecinde yaşandı. Yurt dışına giden din adamlarının ücretleri, Suudi Arabistan tarafından finanse edilen Rabıta örgütü tarafından karşılanıyordu.
Askerler din adamı yetiştirilmesine ön ayak oldular. Siz bakmayın dincilerin ” Evren bizi ezdi” diye ağlamalarına.
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik etütler (ATASE) Başkanı Tümgeneral Mahmut Boğuşlu 1981’de şöyle demektedir: “Din adamı tipinde değişikliğe gidilmeli, her türlü meslekten; hâkimden, savcıdan, avukattan, lise öğretmeninden, doktordan gemi kaptanından yeni bir tür din adamı yetiştirilmelidir.”
Recep Tayyip Erdoğan’ın “dindar ve kindar nesil” projesini gündeme almasını alkışlayan saflar, siz Amerika’yı alkışlayın!
AKP Hükümeti askerler, daha doğrusu askerlere eğitim veren Pentagon’un emirlerini yerine getirmektedir.
Amerika Birleşik Devletlerinin Ortadoğu’ya model olarak seçtiği Demokratik ve Laik sistemin aşısı tutmamıştı. Yeni bir aşı gerekti Araplara.
İşte Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi bu şekilde hayata geçti. Bu projeye göre Demokratik bir İslâm Devletine dönüşmüş, Neo Osmanlıcı bir Türkiye rol model seçilecek ve bunun üstünde çalışılacaktı.
Bu projede uygun lider Erbakan değildi. Çünkü Erbakan, inançlı ve inancı gereği de Anti Emperyalist bir yapıdaydı.
Yeni lider Askere göre Turgut Sunalp olacaktı ancak asker kökenli Laik biri doğru model değildi. Amerika kendi adayını sundu. Nakşibendi tarikatından, dinci çevreler tarafından bilinen zeki bir mühendis Turgut Özal, Dünya Bankası görevinden izinli sayılıp Türkiye’ye gönderilmişti bile.
Evren ANAP’ın partileşmesine izin vermek zorunda kaldı.
Öncelikle eski dönemin etkileri temizlenmeliydi.
1- Üniversitedeki aydın hocalar görevlerinden alındı, YÖK ile Üniversitelerin özerk yapısı yıkıldı. Artık Üniversiteler siyasetin oyuncağı olacaktı
2-Derneklerin kurulması imkansız hale getirildi.
3- Sendikalar kapatıldı, ardından çıkartılan yasalar ile sendikalı olmak imkansız hale getirildi.
4- Personelin kazanılmış olan iaşe yardımı, ikramiye gibi sosyal yardımları kaldırıldı.
5- Hem özel sektörde hem de Belediyelerde işçi kıyımı yapılarak teşeronlaşmaya geçildi. İşçilerin asgari ücretle, herhangi bir sosyal güvencesi olmadan çalıştırılmasının yolu açıldı. Halk buna o kadar güzel alıştı ki, İstanbul Belediye Başkanı’nın aday olduğu dönemi eleştirirken söylediği “bu adam iş bilmiyor. taşeronluğu kaldırırsa Belediye bu yükü kaldıramaz” tümcesini bile fark edemedi.
Demek ki işçiyi sömürmeden İstanbul idare edilemiyordu.
Özal ile birlikte Ekonomi yeniden canlandı. Tabii bu canlılığın nedeni İMF ve Dünya Bankası tarafından yağdırılan kredilerdi. Bu dönem, Cumhuriyet tarihinin en büyük borçlanması oldu.
Bir sonraki yazımızda, AKP dönemini incelemeye çalışacağız.
Dostlukla
Erdal Gökmen
![]() Tıp tarihi profesörü Ayten Altıntaş, Osmanlı’daki sağlık kurallarını inceledi, o dönemki hekimlerin tavsiyelerini bir kitapta topladı. Kurallar bugün hala geçerli. Padişahların ölüm nedenlerini merak ediyorsanız, Altıntaş “Kanuni’den sonrakiler çok yiyip az hareket etmekten vefat etmiş” diyor. DOKTORLAR ÖNCE ÇEVREYİ İNCELERDİ Osmanlı İmparatorluğu zamanında bir hekim tayin olduğu yerde önce dağları, taşları inceler, rüzgarın nereden estiğine, suyun kalitesine bakar, kısaca insanoğlunun yaşadığı yeri enine boyuna araştırırdı. Amaç insanların hastalanmaması için gerekli tedbirleri almaktı. Uyku saatinden sıcak bastığında ne içileceğine, hangi sporun yapılması gerektiğinden hangi yiyeceklerin bir arada yenilmemesine her şeyi hekimler belirlerdi. Kişinin yediklerini iyi hazmetmesi ve kabız olmaması da çok önemliydi… İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayten Altıntaş, bu bilgileri ve daha fazlasını Osmanlı Hekimlerinin Sağlık Kuralları kitabında anlattı. Star Gazetesi’nden İnci Döndaş’ın haberine göre Altıntaş, Osmanlı tıbbının eski tıbbın içinde yer aldığını söylüyor. Eski tıp ise insanlığın ilk başından itibaren 1850′lere kadar geçerli olan… Sonrasında ise tıbbın deney masasına yatırıldığını, gelecektekinin ise ‘enerji tıbbı’ olabileceğini anlatıyor: “Bugünkü bilim, insan bedeninin milyonlarca hücreden oluştuğunu ispatladı. İlacın hücreyi etkilediği biliniyordu. Son çalışmalara göre ise hücreyi etkileyen kimyasal madde değil kimyasal parçanın verdiği ‘enerji sinyali’. İnsanın vücudundaki en ufak parçanın içinde enerji var. İlacın hücreyi etkileyen enerji sinyalini bilirseniz sadece o sinyali vererek zaten ilaç vermiş gibi olursunuz.” GELELİM OSMANLI TIBBINA Altıntaş, günümüzde hala geçerli olan Osmanlı sağlık kurallarından en önemlilerini anlattı. 90′INA KADAR YAŞAYAN ÇOKTU Osmanlı’da insanların erken yaşta öldüğü, yaş ortalamasının da 45 olduğu söylenir ki bunlar istatistiki bir bilgidir. Böyle bir şey yoktur. O zaman da 90′ına kadar yaşayan pek çok kişi var. Kanuni’den sonraki padişahlar arasındaki ölüm nedeni fazla beslenme, az hareket etme. İlk Osmanlı padişahları savaşa giden, sabah-akşam savaş teknikleri öğrenenler… Padişahların ölüm nedenlerini pek bilmiyoruz, tarihçilerin bilgileri ışığında hareket ediyoruz. Genelde Osmanlı’ya bakarsanız, sıtma, verem çok önemli. Mesela verem bugünkü kanser gibi. Strese, üzüntüye bağlı… Bugün verem hala var ama kanser daha çok. Kanserin büyük bir nedeninin de kozmetik ve deterjan olduğu söyleniyor. Şampuan, diş macunu, saç boyası, vücut sabunu, kokular… Hepsi deterjan esaslı, dolayısıyla bunların insan vücuduna ne kadar zararlı olduğu rapor ediliyor. Hamilelerde bebeklere de geçiyor. Dolayısıyla bugün yeni doğan bebeklerin çoğu astım ve alerjili. SIK YEMEK VÜCUDU YAŞLANDIRIR Osmanlı hekimlerinin yüzlerce kez söylediği, herkesin kafasına vurarak öğrettiği şey az yemek! Geç kahvaltı, erken akşam yemeği olmak üzere günde iki öğün beslenmeyi tavsiye ediyorlar. Karnınız acıkmadan yemeğe oturup tam doymadan kalkacaksınız sofradan. Neden yemek yiyoruz? Vücudumuza enerji yüklensin ki beynimiz çalışsın. Otomobilin benzine ihtiyacı ne kadarsa bizim de gıdaya ihtiyacımız o kadar. Ama insanız ve gıdayı baştacı yapmışız, hayatımızın tek şekli. Vücut fazla gıdayı vücuttan atmak için çok çalışıyor. Karaciğer, böbrek, her organımız çok çalışıyor ve ihtiyarlıyor. Bugün zayıflamak için uygulanan metotlardan biri de sık sık yemek. Eski Osmanlı metoduna göre sık yemek vücudu yaşlandırır. Ama bugünkü amaç zayıflamak, organların genç kalmasına yardımcı olmak değil! SOFRADA SADECE KAŞIK VARDI Eskiden Osmanlı’da sofraya sadece kaşık konulurdu çünkü yemekler hep suluydu. Hazmı kolaylaştırıcı çorba, sulu yemekler yapılırdı. Amaç midenin hazmına yardımcı olmak. Mesela bugün meyveyi kabukla yiyoruz, mide perişan oluyor. Osmanlı hekimleri bunu da önermiyordu. Hoşaf geleneği de buradan geliyor. Çünkü o dönemki hekimler meyveyi topladıktan hemen sonra yenmesini tavsiye etmiyor. Çünkü meyve tam olgunlaştığında insana yararlı. EN İYİ SPOR ATA BİNMEK Spor çok önemli. Hatta bütün organlara spor yaptırılması öneriliyor. Mesela belleğin sporu çok nettir: Ezberlemek. Ezberlediğinizde hafızanız artıyor. Bütün iç organları ve vücudu çalıştıran spor at binmek. Salıncağa binmek hem ferahlatır hem organları çalıştırır. Spor yapamayan yaşlıları kayıklara bindireceksiniz, dalgalar sallayacak. İç organlar sallanınca dışarı atacağı şeyleri daha iyi atarmış. BAĞIRSAKTAKİ KALINTI ÇOK ZARARLI Yemekle aldığınız, vücuda fazla gelen şeylerden kurtulmanız, arınmanız çok önemli. Eğer arınmazsanız zararlı maddeler birikir, sizi hasta eder. Dolayısıyla kabız olmamak gerekiyor. Müshil, vücuttan atılması gereken her şeyin atılması demektir. O dönemki hekimler kabızlığı hiç sevmiyor, dolayısıyla yeme-içmeyi ve saatini ona göre ayarlıyormuş. Hekimler ‘Önce gıdanızı düzenleyin’ der. Ispanak yediğinizde tuvalete çok rahat çıkarsınız. Eğer tüm önlemlere rağmen kabız olunduysa vücudu temizliyorlar. Bağırsakta en ufak bir kalıntının sağlığa zararı olduğunu düşünüyorlar. Hekime gidenlerin sayısı azmış O dönemde de hastalık ve kanser var ama çok az. Asla bugünkü gibi değil. Bütün ömrü boyunca hastalanmayanlar da olmuş. Hastalanmak zaten az görünen bir şey. Bunu hekime gidenlerin sayısından anlıyoruz. Hekim sayısı az olmasına karşın herkese bire bir hizmet veriyormuş. Buradan da hasta olmamaya yönelik alınan önlemlerin işe yaradığını görüyoruz. SIRTÜSTÜ YATMAYIN Osmanlı tıbbında uyku sadece dinlenmek için değildir. Yediğimiz gıdanın tam hazmedilmesine yardımcı olur. Normalde önce sağ, sonra sol tarafa yatmalısınız. Bunun nedeni midenin üzerine karaciğerin gelmesini sağlamak. Böylece midenin içindeki artıklar onun sıcaklığıyla temizlenecek. Sırtüstü yatmak unutkanlık yapar. Çünkü kan arkaya gidiyor. Beyni çalıştıran ön beyin. Önemli olan kanın dolaşması. Unutkanlık başladıysa yüz üstü yatacaksınız ki beynin ön tarafına kan gitsin. ŞERBET İLAÇ GİBİ İÇİLİRMİŞ Şeker, eskiden şeker kamışından üretilirmiş. Eskiden şerbetler ilaçmış. Kızılcık şerbetini içerseniz kabız olursunuz, gül şerbeti ise bağırsakları yumuşatır. Asla keyif için içilmez. İlaçların şerbet ve macun şeklinde verilmesinin nedeni bal, şeker ve pekmez ilacın etkisini artırması. Şeker pancarından elde edilen şekerin de zararı yok. Akışkan ve beyaz yapmak için kimyasal maddeler kullanırsanız ve çok yerseniz zararlı. SOĞAN VE SARIMSAK AYNI ANDA OLMAZ BUGÜN şeker çok yanlış anlaşılıyor. Tuzun yanlış anlaşıldığı gibi. Üç beyazın zehir olduğu söylenir ya… Tam buğday unu inanılmaz faydalı bir gıda. Osmanlı’da hekimler bir çocuğun anne sütünden kesildikten sonra sadece ekmek yiyerek vücudu için gerekli olan her şeyi ölene kadar alabileceğini söylüyor. Tuza gelirsek… Rafine tuz zehirdir. Kaya tuzunda pek çok mineral var. Hekimlerin bir başka uyarısı ise soğan ve sarımsak aynı anda yenmemesi. İkisi de yakıcı madde. Dolayısıyla ikisi aynı anda vücuda gıda olarak aldığınız her şeyi parçalar. KAHVEYİ ŞEKERSİZ İÇMEYİN Sigara, Osmanlı’nın son dönemlerinde içiliyormuş. Zararı bilinmiyormuş. Ama çok az içiliyormuş. Kahve bile Osmanlı’nın son dönemlerinde başlamış. Sevilen bir içecek haline gelince halk hekime gidip kahvenin zararını sormuş. Hekimler araştırmış. Sonrasında kahvenin vücuttaki suyu attığı ve kurutucu etkisinin olduğunu bulmuş. Dolayısıyla yanında mutlaka su içilmesini tavsiye ediyor. Şekerli içilmesini öneriyor, şekerin kahvenin zararını azalttığını söylüyorlar. Star |
![]() TV’den yayınlanan “tarihin en şeffaf ihalesini yaptık” propagandasına malzeme çıkıyor. İstanbul’da şimdi yeni bir havaalanı yapmaya ihtiyaç kalmayacak şekilde genişlemeye müsait Atatürk Hava Meydanı kapatılacak. Onun gelirleri (inen uçak-kalkan uçak-gelen yolcu-giden yolcu- gelen kargo- giden kargo başına alınan ücretler- duty free dükkanları, mağazalar, cafeler- hangarlar-bakım ve tamir gelirleri-benzin satışları-otopark kazançları) yeni yapılacak havaalanı ihalesini alacak firmalara transfer edilecek. Zarflar masaya konuldu. Ne kadar da şeffaf! İzlesin 73 milyon halk 4 grup firma yarışıyor. Zarflar açıldı. MAKYOL: 4 milyar Euro. TAV: 9 milyar Euro. BEŞLİ (Limak-Mapa- Kalyon-Cengiz- Kolin): 12 milyar 682 milyon Euro. İÇTAŞ: 20 Milyar Euro teklif yazdıkları görüldü. * * * Zarf içinde zarf. İhale içinde tuhaflık. Teklifin biri 4 milyar. Diğeri 20 milyar Euro. Biri 9 milyar yazmış. Diğeri 12 milyar Euro. Bu şirketler hepsi Ankara merkezli. Hepsi Başbakan’ı, bakanları, yüksek bürokratları çok yakın mesafeden tanıyor. Hepsi devletle iş yapıyor. Acaba bu ihalede devlet bunlara farklı bilgi mi, torpilli bilgi mi, yandaşça bilgi mi verdi ki arada bu yüksek teklif farkı doğdu? Aklımıza şeytan düşüyor. Allah’ım aklımızı koru! Ne oluyor? İhale TV’den yayına başladı. 4 milyar veren çekildi. 9 milyar veren de 21 milyar Euro’ya kadar çıktı, o da çekildi. Ve kapalı zarfına 12 milyar Euro yazmış olan BEŞLİ (Limak-Mapa- Kalyon-Cengiz- Kolin) teklifini 22 milyar 152 milyon Euro’ya çıkartıp ihaleyi alıverdi. * * * 12’den 22’ye zıplıyor. Çakıl taşı değil bu! 22 milyar para.. Hem de Euro para. Partisi Başbakan’a sorsun: Bu özel şirketler beşlisi; 12 milyar Euro’ya alırım dediği devlet imtiyazını (devletin havaalanı yaparak ve işleterek gelir elde etme, vergi toplama hakkını) hangi gelir-kazanç-büyüme projeksiyonlarına dayanarak 22 milyar Euro’ya kadar çıkartabildi? Devlet, 25 yıllık ne kadar gelirini peşin paraya bu BEŞLİ firmalar grubuna satıyor ki, bu adamalar, yaptıkları hesaplardan 10 milyar Euro daha yükseğe çıkabildiler? Bizi nasıl olsa yardımsız bırakmaz Muhalefet de Bakan’a sorsun: Bütün ileri demokrasilerde “şehirlerin ana yapısını derinden etkileyecek büyük projeler, bütün getirisi-götürüsü-olumlu katkısı-olumsuz etkisiyle” halka açıklanıp görüşü sorulmasına rağmen siz halkın görüşüne baş vurmadınız. Bu projede devletin kaç liralık gelirini sattığını size oy vermiş 21 milyon seçmenden bile gizlediniz. Siz ileri demokrat değil misiniz? * * * Ben de vatandaşım. 2 soru soracağım. Biri Başbakan’a. Diğeri Bakan’a. Başbakan Erdoğan’a sorum şu: Devlet Türk. Başbakan Türk. Bakan Türk. Hava alanı Türk. 25 yıl işletecek firmalar Türk. Fakat siz ihaleyi Türk Lirası ile değil başka ülkelerin parası olan Euro ile bağladınız. Neden? 11 yıldır Başbakanlık yapan devlet adamı kendi parasına güvenmiyor. Çok tuhaf bir durum değil mi? Bakan Yıldırım’a ise sorum şu: En yüksek fiyatı veren beş firmanın beşinin de ilk sermayelerini (ilk can sularını) “Karadeniz Otoyolu’nun adrese teslim ihalesi”nden beş parça devlet ikramı almış şirekteler olması tesadüf müdür? Ve bu firmalara ihaleye girerken banka kredisi almak için (sundukları finansman modellerinde) Hazine garantisi sözü mü verildi? Bu sözü siz mi verdiniz? * * * 3. Havaalanı ihalesi karanlık. Çürük kokuyor. Baştan aşağı… SÖZCÜ |
strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji
Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel
Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu
The latest news on WordPress.com and the WordPress community.