Salih Mirzabeyoğlu: Suçlu olan affedilir ben af istemiyorum
Suçlu olan affedilir ben af istemiyorum
Brifingli yargının ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezasına mahkum ettiği mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’yla Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde yaptığımız görüşmenin ikinci bölümünü yayınlıyoruz. İki gardiyanın dikkatle takip ettiği görüşmede 10 yıldır hücrede tutulduğunu söyleyen Salih Mirzabeyoğlu, görüşmenin son bölümünde hem kendisine yönelik bakış açısını hem de İslami kesimin son 15 yılda yaşadığı sürece ilişkin eksikliklerini eleştirdi. Kendisini en çok yaralayan şeyin “ihtiyarlık ve kocama” gibi gerekçelerle tahliye edilmeye çalışılması olduğunu vurgulayan Mirzabeyoğlu, “Adil bir yargılama olsaydı sonuç böyle olmazdı. Ben af istemiyorum. Suç affedilir, affedilmemi gerektirecek bir şey de yapmadım” şeklinde konuştu. 28 Şubat soruşturmasına olumlu baktığını vurgulayan Mirzabeyoğlu, Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin ise İslam toplumunun hazırlıksızlığını ortaya koyduğunu söyledi. Maruz kaldığı Telegram işkencesinin detaylarını da anlatan Mirzabeyoğlu, halen devam edilen bu çağdışı işkence nedeniyle ibadetlerini sağlıklı yapamadığını ve havalandırmaya çıkacak kadar takatinin kalmadığını kaydetti.
İşte Mirzabeyoğlu’nun sorularımıza verdiği cevaplar:
Brifingli yargının ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezasına mahkum ettiği ve 10 yıldır hücrede tutulan mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, kendisini en çok yaralayan şeyin “ihtiyarlık ve kocama” gibi gerekçelerle tahliye edilmeye çalışılması olduğunu söyledi.
Akit: Son dönemde “Mirzabeyoğlu’na af”, “28 Şubat’ın yargı kararları iptal edilsin” ya da ‘yenilensin’ gibi girişimler hakkında ne diyeceksiniz?
Salih Mirzabeyoğlu: Bunu sormanız çok iyi oldu. Mesela benim bilgimin dışında gelişmeler yaşanıyor ama adeta benim çabammış gibi gösteriliyor. Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan bir yazı gönderdiler. Aynen şöyle diyor: “Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Cumhurbaşkanlığı’na hitaben sunup bakanlığımıza gönderilen 12.05.2012 tarihli dilekçesinde, hastalığı sebebiyle kalan cezasının affı talebinde bulunan Bolu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu bulunan Salih İzzet Erdiş’in muayene sonucu Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenmiş, hali hazır durumda hastalık, bunama, kocama hali olmadığı anlaşılmıştır.”
Bakın benim böyle bir talebim olmadı. Bu dilekçeyi ben vermediğim halde adeta ben böyle bir talepte bulunmuşum gibi yazı kaleme alınmış. İradem dışında Adli Tıp Kurumu’na götürüldüm. Araştırıldığında Konya’dan kimliği belli olmayan bir şahsın başvurusu görülüyor. Yargı kararlarının iptali veya yenilenmesine ise olumsuz bir tavrım söz konusu değil. Ama hastalık, bunama gibi şeylerle ilgim yok.
BENİM DURUMUM ÖNEMLİ DEĞİL ÖNEMLİ OLAN MÜSLÜMANLAR
Akit: Bu açıklamanızdan affedilmek istemediğinizi anlıyorum. Doğru mu?
Salih Mirzabeyoğlu: Bunu başında da söyledim. Ben davam bazında bakıyorum olaylara. O gözle değerlendiriyorum. Önemli olan Müslümanların faydası. Benim bu uğurda çektiğim sıkıntılar, İslam davası baz alındığında önemsiz kalır. Ayrıca kuru kuru dışarı çıkan olmak da istemiyorum. Bunun bir anlamı yok. Buradan ikide bir de götürülüp ifade vermekten, Adli Tıp doktorlarına bir şeyler anlatmaktan sıkıldım. Bir süre sonra her şey başa sarıyor. İnsan aynı şeyi anlatıp anlatıp duruyor. Bu durum çok rahatsız edici. Bundan sıkıldım.
Akit: Davanın yeniden görülmesi durumunda mevcut dosyanın ele alınacağı söyleniyor. Yani sizin aynı şeyleri defalarca anlatmanıza gerek yok gibi.
Salih Mirzabeyoğlu: Öyle bir şey olursa buna sevinirim. Onun dışında “Beni affedin” demiyorum, demem de. Suç işlemiş kişi af ister. Ben bir suç işlemedim. Zaten ortada beni suçlu çıkaracak bir delil de yok.
YAPTIKLARININ HESABI SORULMALI
Akit: 28 Şubat davasına bakış açınız ne? Malum, sizin aldığınız idam cezasının geri planında da bu davaya konu sanıklar var.
Salih Mirzabeyoğlu: Olumlu bir gelişme.
Akit: Çevik Bir, İsmail Hakkı Karadayı ve Metin Çetinbaş gibi şahıslar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Salih Mirzabeyoğlu: Yaptıklarının hesabı sorulmalı ama kişisel olarak bir nefretim, düşmanlığım olamaz. Olaylara bakarken davamı merkeze oturtmam daha uygun düşer. Önemli olan Müslümanların bilinçlenmesi, gelişmesi. Bu duruma bir faydası olacaksa önemli bir gelişme.
MÜSLÜMANLARIN NE KADAR HAZIRLIKSIZ OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI
Akit: ‘Müslümanların bilinçlenmesi’ dediniz… Arap Baharı denen süreç bu durumun bir göstergesi mi?
Salih Mirzabeyoğlu: Arap Baharı ile aslında Müslümanlar ne kadar fikirsiz olduklarını gördüler. Yıllarca halklarını sömüren diktatörler öyle veya böyle devrildi, fakat boşluk doldurulamadı. Mısır’da Hüsnü Mübarek, Libya’da Muammer Kaddafi devrildi. Peki ne oldu? Yerine şuurlu bir yapı oturtulabildi mi? Aksine, Müslümanların ne kadar hazırlıksız olduğu ortaya çıktı.
Akit: Sizin hedef alınmanızın altında da bu neden yatıyor olabilir mi? Zira eserlerinizde bir İslam devletinin nasıl olması gerektiğini en ince teferruatına kadar yazdınız.
Salih Mirzabeyoğlu: İstenilen şey zaten Müslümanları şuursuzlaştırmak. Yönetim kabiliyetlerini zayıflatmak ve hatta yok etmek. Bilinç algısı kapalı, ne yapacağını bilmeyen bir İslam kitlesi istediler. Bunun aksini iddia eden, bir fikir ortaya koyan herkesi yok etmek istediler.
TELEGRAM YÜZÜNDEN NAMAZIMI KESMEK ZORUNDA KALIYORUM
Akit: Yıllardır Telegram’a maruz kaldığınız söyleniyor. Nasıl bir şey Telegram? Günlük yaşantınızı nasıl etkiliyor?
Salih Mirzabeyoğlu: Uzunca bir süredir Telegram yöntemiyle, çeşitli görüntü ve seslerle işkenceye maruz kalmaktayım. Günlük yaşantım Telegram’ın bendeki etkisine göre değişip şekilleniyor. Bilindiği gibi hücrede tutsak durumdayım. Üç hücrenin ortak kullandığı bir havalandırmaya açılıyor hücrem. Her gün saat 13.00 ile 16.00 arasında buraya çıkmama izin veriliyor. Ancak bu zaman dilimine gelindiğinde ben çıkmak istesem de Telegram’ın üzerimde bıraktığı etki sebebiyle, uğradığım işkence sebebiyle bitkin düşüyorum ve havalandırmaya çıkacak halim olmuyor.
Akit: Nasıl bir yöntem kullanıyorlar?
Salih Mirzabeyoğlu: Sözlü ve fiilî tacizlere uğruyorum. Bazen fiziksel şiddete de dönüşüyor. Dış ortama ilişkin algıların tamamı beyninizde yaşandığı için beyne müdahale bütün mekanizmayı çökertiyor. Kimi zaman namaz kılarken bile Telegramcıların sözlü ve fiilî tacizlerine uğruyorum. Meselâ secdeye varıyorum, o zaman bile küfürlü sözlerle karşılık veriyorlar. Bu yüzden namazlarımda zorlanıyorum. Bazen namazımı kesmek durumunda kalıyorum. Kur’an okurken, özellikle bazı harfler üzerine geldiğimde adeta şok uyguluyorlar. Televizyon hiç izlemiyorum neredeyse. Televizyonun açısını değiştirdiğimde biraz hafifliyor. Manyetik bir etki alanı gibi her yeri sarmış durumda.
Akit: Ne zaman yatıyorsunuz?
Salih Mirzabeyoğlu: Genelde saat 17.00 gibi yatıyorum. Akşam da saat 20.00’de sayım yapılıyor. Sayımda uyanıyorum, sabah 6-7’ye kadar uyumuyorum.
Akit: Nasıl yani? Hiç uyumuyor musunuz o saate kadar?
Salih Mirzabeyoğlu: Gece 22.00’den sabah 7’ye kadar uyumuyorum. Namazlarımı kıldıktan sonra yazı yazmaya koyuluyorum. Ancak Telegram’dan dolayı bu program kimi zaman tam tersi şeklinde gelişiyor. Bazı günler hiç yazamıyorum.
Akit: Telegram’la ne amaçlanıyor?
Salih Mirzabeyoğlu: İtibarsızlaştırma, delirtip değersizleştirme.
AKILLARINI İSLAM’IN EMRİNE VERSİNLER
Akit: Eserleriniz ve fikirlerinizin Müslümanlar üzerinde ciddi bir tesiri var. Bizim aracılığımızla onlara iletmek istediğiniz bir mesaj, tavsiyeniz var mı?
Salih Mirzabeyoğlu: Bizi sevenler, selam söyleyenler, iletenler ve kalbinde bize sevgi besleyenler sağ olsunlar. Allah yar ve yardımcıları olsun. Müslümanlarla ilgili ise şuurlu olmalarını tavsiye edebilirim. Kuru politikaların esiri olmasınlar. Bu durumu aşsınlar. İçgüdülerini akılla denetim altına alıp, aklı da İslam’ın emrine versinler.
Yeni Akit. Murat Alan
Nevzat Tarhan: “Mirzabeyoğlu’nun gerçekten Telegram’a maruz kaldığı gözüküyor” Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın,Ülke Tv’de “Mirzabeyoğlu ve telegram” hakkında söyledikleri…
Mehmet Atılgan
Turgay Güler : Salih Mirzabeyoğlu sürekli gündeme geliyor. Kendisine Telegram yapıldığı söyleniyor. Nedir bu Telegram ? Tespit edilebilir mi ?
Nevzat Tarhan : Telegram tarzında söylenen yaklaşım aslında zihin kontrolünün popüler kültürde çok ifade biçimi diyebiliriz. Zihin kontrolde elektromanyetik alan oluşturularak ve radyo dalgalarıyla, radyo frekanslarıyla bir insanın beyni etkilenebilir. Mikro dalgalarıyla etkilenebilir bununla ilgili çok deneyler var yapılıyor. Bunun gibi bu Aselsan intiharlarında da bu çok soruşturuluyor. Bir kimse bir yerde çalışıyor ya da hücrede duruyor bu kimsenin idaresi dışında ona radyo frekansı dalgalarla beynine sürekli mikro dalgalarla kişide zaman ve mekan algısı bozulabilir, zihninde bir kaos oluşturulabilir, “Burası neresi, ben nerdeyim” gibi bir his oluşturulabilir. Bir insana devamlı yaptığın zaman o insanda müthiş bir yorgunluk, bitkinlik, baş ağrısı gibi belirtiler oluşur. Bilimsel olarak bir kimseye elektromanyetik alan oluşturarak bir hücerede tutarak mahvetmek mümkündür. Ama onu tuşlarla yönetmek tarzında bir zihin kontrolü kast ediliyorsa Telegram’dan, şuanda bununla ilgili bir bilimsel bilgi yok. Irak’ta ki Saddam’ın direnç gösterememesinin sebeplerinden birisinin bu olduğu söyleniyor yani elektro manyetik silah. Geleceğin silahı, önümüzdeki yılların en etkili silahı. İnsan beynini isterse pişirebiliyor tabi. Turgay Güler : Bu anlaşılabilir mi ? Bir insana böyle bir elektro manyetik uygulamayla alan oluşturularak beyninde hasar oluşturulabilirse anlaşılabilir mi ? Mesela Salih Mirzabeyoğlu Telegram’a maruz kaldı mı ? Nevzat Tarhan : (Teknik incelemelerden bahsediyor) Mirzabeyoğlu’nun gerçekten Telegram’a maruz kaldığı gözüküyor ama bu zulmün nasıl bir zulüm olduğu bilinmiyor ve ortada tanımlanmış, kamuoyunu aydınlatan bir bilgi de yok. Yani burada bir mazlumun ahı, o bölge insanlarına musibet olarak yeter. Eğer burda bir zülüm varsa, bu zülume duyarlı olmak gerekiyor. Bunun için bu boyutta 28 Şubat’ın devam eden bir zulmü gibi gözüküyor Buna karşı duyarlılık, muhakkak bir duyarlılık gösterilmesi gerekiyor. Emniyet güçlerinin, devlet istihbaratının bu konuda aşırı bir gereksiz bir hassasiyet içerisinde, bu kişileri mağdur ettiği ile ilgili toplumda bir algı oluştu. Bu alıgının değiştirilmesi gerekiyor. Adelet herkese lâzım. Yani burada adaletin işlemediğini söyleyebiliriz. Turgay Güler : Herkes farklı düşünebilir ama burada onun maruz kaldığı bir zülüm var ve çok tuhaf bir şekilde herkes sessiz kalıyor Nevzat Tarhan : İmraliya karşı sempati başladı toplumda ama burada Salih Mirzabeyoğlu’nun durumu çok ilginç . |
Kısaca Dünyada Telegram
Bugün dünyanın birçok ülkesinde TELEGRAM mağdurları var. Mağdurların kurduğu dernekler; hâdise etrafında yayınlanan birçok ciddi kitab, dergi veya gazete makalesi; yine, internette sayısız makale, araştırma ve sesli-görüntülü veri mevcut. Batıdaki bazı organizasyonların bu mesele merkezinde düzenli olarak seminer ve konferanslar tertib ettiklerini de biliyoruz; insanları şuurlandırmak için ciddi bir mücadele veriliyor.
Bu gelişmeler ülkemiz dışında tüm hızıyla sürer ve insanlar arasında günden güne yayılan genel bir şuurlanma süreci yaşanırken; üstelik ABD ve Rusya başta olmak üzere kimi ülkelerde protesto gösterileri bile yapılırken; TELEGRAM’a karşı dünyadaki en etkili mücadeleyi veren insanlardan Mind Justice Organizasyonu başkanı Cheryl Welsh`in ifadesiyle,“ATOM BOMBASINDAN DA TEHLİKELİ” bu silaha karşı maalesef ülkemizde yeterli bir kamuoyu tepkisi gelişmemiştir.
Bu derece vahim ve çok gizli bir askerî silah sözkonusu iken; dünyada “elektromanyetik silah” yarışı tüm hızıyla devam ederken; Türkiye`deki bilgisizlik ve aldırmazlık, belki de silahın kendisi kadar ürkütücü.
Bazı değerli siyasetçilerin, araştırmacıların, basın mensublarının ve bilim adamlarının çıkışlarını övgüye değer bulsak da, maalesef yetmiyor. Ülkemizdeki bu atmosferi dağıtmaya ve insanımızı şuurlandırmaya yönelik her türlü ciddi açıklamayı, veri paylaşımını ve bu gaye çerçevesindeki her çeşit müsbet faaliyeti yahud böylesi faaliyetleri tetikleyecek “gayret”i bu bakımdan çok kıymetli buluyoruz.
Muhtelif metod ve amaçlı zihin kontrolü faaliyetleri belki de insanlık tarihi kadar eski. Bizim bu mütevazı makalemizin konusu olan ve tatbikinde elektromanyetizma ve cihaz kullanılan TELEGRAM’ın oluşumunu hazırlayan çalışmalar ise 19. yüzyıl başlarına kadar uzanıyor. Nikola Tesla`nın alternatif akımı bulup geliştirmesi ve onun prensibleri istikametinde yapılan çalışmalar; Hitler Almanyası`nda yapılan bu yönde denemeler; savaşın gidişatıyla çalışmaların sekteye uğraması; Almanya`dan ABD`ye sığınan bilim adamlarının projeleri ve akabinde Jose Delgado`nun 60`larda zihin kontrolü üzerinde çalışmaları ile hız kazanan gelişmeler…
Prof. Dr. Jose Delgado, zihin kontrolü bahsinde en tanınmış isimlerin başında geliyor. Geçtiğimiz yıllarda ölen ve Yale Üniversitesi`nin sembol şahsiyetlerinden olan bu sinirbilimci, 1960`larda birçok hayvan, hattâ psikolojik problemleri olan hastalar üzerindeki deneyleri sebebiyle çokça tenkid edildi. O dönem Pentagon`un da kısmen desteğini almıştı.
Delgado’nun 1969’da yayınladığı “Beynin Fizikî Kontrolü – Psikomedenî Bir Topluma Doğru” (Physical Control of the Mind – Toward a Psychocivilized Society) kitabının takdiminde; Rockefeller Üniversitesi, Amerikan Deniz Kuvvetleri Araştırma Dairesi ve Birleşmiş Milletler Hava Kuvvetleri 6571. Aeromedikal Araştırma Laboratuvarı, çalışmalarına katkılarından dolayı Delgado tarafından “şükranla” anılıyor. Yaptığı çalışmaların neticesinde, üzerinde çalıştığı hayvanların durumu için, “âdeta elektronik oyuncak gibi oldular” diyerek memnuniyetini ifade edecektir.
1975 yılında yayınlanan “Two-Way Transdermal Communication with the Brain” (Beyinle Cilt İçinden İki Yollu İrtibat) başlıklı bir yazıda ise, Delgado`nun beyin araştırmalarını bilgisayarlara uyarlamayı başardığı vurgulanarak, “Transdermal –cilt yollu- alıcıların en ilginç yönü, beyin fonksiyonlarının eşzamanlı kayıd altına alınması ve uyarılmasının temini ki, bu sayede, talebe dayalı bildirimler bilgisayara uyarlanabiliyor.“ denmekte idi.
1974 yılında Dr. Joseph C. Sharp tarafından Walter Reed Askerî Araştırma Enstitüsü’nde ilk defa olarak insan beynine ses nakletme çalışmaları yapılmaya başlandı ve başarı kaydedildi. Bu çalışmalar, kulakları hiç duymayan sağır kişiler üzerinde de hedefine ulaştı. Kulağın duymasına lüzum kalmadan, sesin doğrudan doğruya beyne nakledilmesi deneyleriydi yapılan. Dolayısıyla “hedef kişi”, bu tatbikata karşı koyamıyor, savunmasız kalıyordu. Çünkü ses ve görüntüler, -gaibten değil!- bilgisayardan geliyordu.
Bugün artık resmî ağızlardan dahi bu çalışmaların teyidi yapılmaya başlanmıştır. Buna en bâriz misâl, NASA`nın astronotlarla “seslendirilen kelimeler” olmaksızın konuşma deneyleridir ki, kendi yayınlarında “yüzde 92 nisbetinde” başarılı olunduğu ifade edilmektedir.
ABD veya CIA`nın “Zihin Kontrolü” çalışmalarına müdahil oluş tarihi olarak 1941 verilir. O dönemden itibaren ABD, serbest veya örgütlü olarak bu sahada çalışan hemen tüm bilim adamlarını kontrolü altına almaya çalışmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olmuştur. “Büyük ölçüde” diyoruz, çünkü meselâ 2001 yılında, çok yönlü çalışmalarıyla tanınan sinirbilimci ve psikanalist Dr. John C. Lilly, insanlar üzerindeki deneyleri ahlakî bulmayarak bu birlikteliğe kısa bir süre sonra son vermesiyle de meşhurdur.
ABD’deki “Zihin Kontrolü” araştırma ve uygulamaları, geçmişten bugüne çeşitli kod isimler verilerek yürütülmüştür. Bunlardan öne çıkan bazıları, CHATTER, BLUEBIRD, ARTICHOKE, MKULTRA, MKSEARCH ve MKDELTA’dır.
ABD’deki zihin kontrolü deneyleri, bu süreçte tüm ülkeyi sarmış olmasına karşılık, yıllarca büyük bir gizlilikle yapılır. Olan bitenden habersiz insanların, küçük çocukların, bedenen hasta olanların yanısıra, akıl hastalarının, cezaevlerindeki tutuklu ve mahkûmların, hattâ ordudaki askerlerin bu deneylerde kullanıldığı yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. Öyle ki, deneyler sırasında ölümlerin meydana geldiği; kalıcı fizikî rahatsızlıklar yaşayanlar yanında, birçok “kobay”ın psikolojik dengesini kaybettiği ve bazılarının intihara kalkıştığı bugün artık kesin olarak biliniyor.
ABD’deki projelerin ilklerinden CHATTER (Gevezelik) Projesi, Sovyetler`in casus veya esirleri itiraf ettirmek için kullandıkları ilaçların “başarısına” karşılık olarak geliştirilmişti. Araştırma, casusların sorguları sırasında kullanılabilecek ilaçların belirlenmesi ve denenmesi üzerine odaklanmıştı. CHATTER Projesi, 1953 yılında resmen sonlandırıldı.
Çalışmalarını insan davranışlarını kontrol yönünde genişletmek isteyen CIA, teşkilatın başıAllen Dulles`in onayıyla 1950 yılında BLUEBIRD (Mavi Kuş) Projesi`ne başladı. Bu programın hedefleri şöyle sıralanıyordu:
1. Personelden izinsiz bilgi sızdırılmasını önleyecek bir metod geliştirmek.
2. Özel sorgulama teknikleri yoluyla ferdin kontrol edilmesinin mümkün olup olmadığının araştırılması.
3. Hafıza geliştirme usullerinin araştırılması.
4. CIA personelinin düşman kontrolüne geçmesini önlemek için savunma teknikleri geliştirmek.
BLUEBIRD Projesi`nin kod adı, 1951 Ağustos`unda ARTICHOKE (Enginar) Projesi olarak değiştirildi. Bu projenin hedefi de hipnoz ve çeşitli kimyevî maddelerin kullanımı yoluyla sorgulama tekniklerinin araştırılmasıydı. Bu program da 1956`da noktalandı.
Ancak, ARTICHOKE Projesi`nin durdurulmasından üç yıl kadar önce, yâni 13 Nisan 1953`te, o dönem CIA Başkan Yardımcısı olan Richard Helms`in teklifleri doğrultusunda, MKULTRA Projesi başlatılır. MK harflerinin, “Mind Kontrolle” (Zihin Kontrolü; “kontrolle” kelimesi İngilizce “control”ün Almanca karşılığı) kelimelerinin kısaltması olduğu düşünülüyor.
MKULTRA Projesi çerçevesinde insan davranışlarını kontrol etmek amacıyla başvurulan araç, metod ve ilmî disiplinler arasında radyasyon, elektroşok, hipnoz, başta LSD olmak üzere çeşitli kimyevî maddeler, askerî araç gereçler, işkence âletleri ile psikoloji, psikiyatri, sosyoloji, antropoloji gibi sosyal bilimler vardı. MKULTRA`nın yurtdışı için geliştirilen versiyonuna da MKDELTA adı verilmişti.
1970`lerin başında UTAH EYALET HAPİSHÂNESİ Gunnion Tesisleri ve Devlet Hastahânesi`nde yaşanan elektromanyetik dalgalarla taciz, beyin kontrolü vak’aları mahkemelere taşınmışsa da, -tahmin edileceği üzere- bir netice alınamamıştır. Mesele, “millî güvenlik”tir(!) ne de olsa!
Zihin Kontrolü yahud TELEGRAM’a giden yolun tarihi, elbette ABD`de yapılan çalışmalarla sınırlı değil. Devrin Komünist Bloğunun lideri SSCB, hem kendi ülke sınırları içerisinde, hem de müttefiki olan Doğu Avrupa ülkelerinde, bu istikametteki çalışmalarına azamî bir dikkat ve hassasiyetle devam ediyordu.
Soğuk Savaş dönemi bloklaşmasının, bu silahın geliştirilmesi, kullanımı ve paylaşımı noktasında bugün hâlâ varlığını hissettiriyor olması, işin bir başka ilginç yönü. Meselâ, ABD, İngiltere ve Kanada’nın yukarıda adlarını saydığımız bu nevî projelerdeki geçmiş “ortaklığı”nın bugüne de uzandığı isbatlanmıştır. Yeni keşfedilen hemen tüm silahlarda olduğu gibi, siyasî-ideolojik işbirliğinin etkisi, bu askerî silahın kullanımında da kendini gösteriyor.
Bugün için, bir tarafta ABD, İngiltere ve İsrail, diğer yanda Rusya, bunlara mukabil Çin önemli. İlâveten; Almanya, Fransa, İsveç gibi bazı Avrupa ülkeleri ile Brezilya, Hindistan ve İran da bu silah üzerinde araştırmalar yapan ve bol sıfırlı fonlar ayıran ülkeler olarak konuyla ilgili kaynaklarda göze çarpıyor.
Meselenin kökünde politik kaygı, ideolojik çatışma (ki bu vurgu ABD’nin “resmî” ağzıdır, kendi aralarında daha sert bir ifadeyle “İDEOLOJİK DÜŞMAN” tabirini kullanırlar) ve dünya paylaşımı yatması hasebiyle, ABD`deki “Zihin Kontrolü” ile alâkalı yayınlarda, hükümetin en çok ilgi (ve kaygı!) ile izlediği ülkeler olarak Çin ve İran gösteriliyor. Tabiatiyle, ülke ülke zihin kontrolü konusunu kurcalarken, en çok malzeme bulma şansımız olan ülkeler, ABD ve eski Sovyetler Birliği. Diğer ülkelerle ilgili olarak (şimdilik) daha az sayıda yazı ve dökümana ulaşsak da, bunları ABD`nin başka ülkelerde zihin kontrolü silahlarının geliştirilmesi konusunda duyduğu endişe ve rahatsızlığı ifade eden resmî veya gayriresmî yayınlardan süzme şansı doğuyor.
“Elektromanyetik Zihin Kontrolü” teknik ve teknolojisi üzerindeki ülkelerarası silahlanma yarışını ve “ideolojik çatışma” vurgusunu delillendirmek bâbında, 2 Ekim 2008 tarihinde Washington Times`da çıkan Kelly Hearn imzalı bir makaleyi örnek gösterebiliriz.
Pentagon`un kaygıları olarak: Çin ve İran`ın nörolojik (beyin ve sinirle alâkalı) silah geliştirme sahasında işbirliği ve yardımlaşma hâlinde oldukları; ABD’nin ideolojik düşmanı olan bu ülkelerin yeni nöro-silahların üretimi ve geliştirilmesi için anlaşmaya vardıkları; beyin ve sinir sistemleri üzerinde etkili böylesi silahların geliştirilmesi üzerinde iki ideolojik düşman ülkenin işbirliği yapmasının ABD çıkarlarına ters gelişmeler olduğu ve önlem alınması lâzım geldiği çerçevesinde bir makaleydi Hearn’in yazdığı.
Sözkonusu makalede, yetkililerin “Yabancı Teknolojik Sürprizler” ismi altında gizli bir panel düzenlediği, konunun uzmanı 16 bilim adamının iştirakiyle gerçekleşen toplantıda hükümetin mevzu ile ilgili bilgilendirildiği ve yapılması gerekenlerin masaya yatırıldığı ifade ediliyor. Katılımcı bilim adamları bahsinde ismi geçen kişiler arasında belki en dikkat çekici olanıysa, 16 kişilik heyetin de başkanı olan Christopher C. Green. Makalede elbette “zihin kontrolü” kelimesi zikredilmiyor; bunun yerine “noröloji, beyin, sinir” gibi kelimeler kullanılıyor. Ancak Green, “Millî Güvenlik”le ilgili olarak eskiden beri paranormal ve zihin kontrolü çalışmalarında ismi geçen, 1969`da CIA`nın Bilim ve Teknoloji bölümü için çalışmış, etkili bir isim. [1]
Bugün, TELEGRAM Silahı konusundaki resmî tavrı ile sadece kendi ülkesini değil, neredeyse tüm dünyayı “laboratuvar”a çevirme gayretindeki ABD’de, Amerikan devletine ağır suçlamalar yönelten makale ve raporlar ardarda yayınlanıyor. Buna ciddi ve çarpıcı bir misâl olarak, Sonoma State Üniversitesi’nin desteklediği bir proje çerçevesinde Aralık 2006’da tamamlanan ve “ABD`de Elektromanyetik Silah Araştırmaları ve İnsan Hakları İhlalleri Tarihi Üzerine” (A Study of the History of US Intelligence Community Human Rights Violations & Continuing Research in Electromagnetic Weapons) başlığıyla Peter Phillips, Lew Brownve Bridget Thornton tarafından kaleme alınan akademik bir çalışmayı gösterebiliriz. [2]
Türkiye’de Timaş Yayınevi tarafından “İstihbaratta Beyin Yıkama –Beyin Kontrolü-“ adıyla yayınlanan “Mind Controllers” adlı eserin sahibi Dr. Armen Victorian’ın da belirttiği gibi, ABD ve Avrupa ülkelerinde zihin kontrolü konusunda herhangi bir tepki ortaya koyan kişi ve örgütlerin her zaman önleri kesilmeye çalışılmıştır. Tesbit, bugün de aynen geçerlidir. Fakat, artık mızrağın çuvala sığmadığı da görülüyor. Buna misâl olarak, ABD’de NSA`ya (National Security Agency – Millî Güvenlik Teşkilatı) karşı eski NSA çalışanı John St. Clair Akwei tarafından –kurumun kendisine elektromanyetik zihin kontrolü uyguladığı gerekçesiyle- açılmış dava önemlidir.
16 Temmuz 1977 tarihli New York Times gazetesindeki bir haber-makalede, “ABD, İnsanlığı Esir Edebilecek Görünmez Silahlar Geliştiriyor” (U.S. Develops Invisible Weapons to Enslave Mankind) deniliyordu. Bu haberden sadece bir yıl sonra yayınlanan Walter Bowartimzalı Beyin Kontrol Harekâtı kitabı ise, gelinen noktayı bir nebze olsun aydınlatıyordu. Aynen şunları yazıyordu Bowart:
– «Bu araştırmalar; hipnoz tekniği, narkotik-hipnoz, elektronik olarak beynin uyarılması, ultrasonik, mikrodalgalar, alçak ses frekanslarıyla davranışların etkilenmesi ve davranış değişiklikleri terapisidir. CIA, psikolojik silah stoklarını, psişik silahların değişik tiplerini geliştirmeyi başararak artırmıştır. ŞİMDİ BU KABİLİYETLERİYLE YENİ TİP BİR HARBE GİRİŞMESİ MÜMKÜNDÜR. Bu harb görünmez, muharebe sahası ise insan zihinleridir.» [3]
İrlandalı George Farquhar, sadece kendi ülkesinde değil, İngiltere ve Kanada başta olmak üzere birçok ülkede kendisinin elektromanyetik dalgalarla taciz edildiğini söyler ve Hürriyet Projesi (Project Freedom) adlı internet sitesinde şunları dile getirir:
– «İstihbarat Ajanları bu gerçeği açıklamak isteyen kişilerin de itibarını yok etmek için çaba sarfetmektedirler.
Yıllardır askerî ve polis istihbaratı, “Uzaktan Beyin Kontrolü” silahlarının varlığını inkâr etmek için halka yalan söyledi. ABD Ordusu’nun “Körfez Savaşı” sırasında toplu hâlde Irak taburlarına karşı, “Uzaktan Mikrodalga Beyin Kontrolü Silâhları”nı kullandığı, medya (Discovery Kanalı) tarafından açıklandı. Daha da önemlisi, son günlerde Channel 4 televizyonunda yayınlanan “Büyük Birader’in Sevgisi İçin” isimli belgeselde, İngiltere istihbarat ajanlarının toplumun bir bölümünü bu silahlarla hedef aldığı gerçeği gösterildi.
İstihbarat ajanları, “öldürücü olmayan” bu silahların varlığını artık inkâr edememelerine rağmen, bu silâhların, -bir diğer ifadeyle- “Uzaktan Beyin Kontrolü Deneyi”nin toplum üzerinde sürekli olarak ve artarak “davranış manipülasyonu ve suikast” için kullanıldığını inkâr etmeye hâlâ devam edeceklerdir.
Ancak toplumun büyük çoğunluğu en sonunda gerçeği gördüğü zaman, bu askerî ve polis istihbarat hiyerarşisinin otoriteci ve vahşi zihniyetinin gizli biçimde toplumumuzu idaresi altına almasını önleyebileceğiz (mi?). “Uzaktan Beyin Kontrolü Silâhları”nın varlığı ile ilgili gerçek aydınlığa çıktığı zaman, bunların bizim masum toplumumuza karşı kullanılmasını ilgilendiren gerçek de ortaya çıkacaktır. Bu yalnızca bir zaman meselesidir. Schopenhauerşöyle der:
“Tüm gerçek üç safhadan geçer: Birincisi, onunla alay edilir. Sonra, ona karşı şiddetle direnilir. Sonunda, o kendisini âşikar olarak belli eder.” [4]
ABD böyle; ya başka yerler? Cevabı tahmin hiç de zor değil. Yaşanan “trajedi”ler hep birbirine benziyor.
Çarpıcı bir örnek olarak, Almanya`da Alman Gizli Servisi BND`nin (Bundesnachrichtendienst) elektromanyetik yolla zihnî ve fizikî tacizi altında olduğunu söyleyen; 2003`ten intihar ettiği 11 Eylül 2007`ye kadar (48 yaşındaydı) medya, hukuk ve siyaset platformlarına defalarca konuyu taşıyan; ancak hiçbirinden herhangi bir netice alamayan Peter Helwig’in acı hikâyesine bakalım şimdi. Ne tuttuğu günlükler, ne vücudundaki elektromanyetik taciz izleri, ne hayatının son devresinde beyninde oluşan tümör, ne konuyu parlamentoya taşıması, ne açık protesto faaliyetleri, evet maalesef hiçbiri işe yaramadı.
Helwig’in trajedisini, onunla ilgili olarak yayınlanan İngilizce bir yazıyı haftalık Baran dergisi için Türkçeye çeviren Oğuz Yıldırım’ın tercümesinden takib edelim:
– «4 Eylül 2007 tarihinde şikâyetimi bütün gazete editörlerine gönderip bir internet sitesine de ekleyince gizli servisin psikolojik baskısı hayli artmıştı.
Radyasyona maruz bırakılmam yanında, bu sefer, kafamın içinde beni tehdid eden sesler duyuyordum:
“Seni öldüreceğiz, sen artık bir zombisin! Senin hafızanı sileceğiz, yakınlarını öldüreceğiz! 22 Eylül’de protesto gösterisine gidemeyeceksin! Yakınlarını düşün! Ellerini, ayaklarını ve vücudunun diğer organlarını mahvedeceğiz! Seni bir zombiye çevireceğiz!”
Bu seslerle geceleri taciz edilerek uyumama mâni olundu. Bana cevablamamı istedikleri birtakım sorular sordular. İrademi kuşatıp beni kontrol ettiler.
Şübhesiz, insanlık haysiyetim taciz edilmiş; böylece, Almanya Anayasası ile de garanti altına alınan insan haklarım, millî ve uluslararası hukuk anlamında da çiğnenmiştir.”
Peter Helwig’in 10 Eylül 2007’de yâni ölümünden bir gün önce yazdığı mektub:
“(…) Beni iki gecedir uyutmadılar. Bugün bana iki çıkar yol gösterdiler, bana işkence yapabilecek güce sahibler. Uzun zamandır, beni öldürmelerine müsaade etmekten başka çıkar yol olmadığını düşünüyorum. Kaderime razıyım, beni öldürmek istiyorlarsa öldürsünler.
Bugün bir süre uzandıktan sonra beni yine tehdid edip, “kalbini söküp canını alacağız! Hafızanı sileceğiz! Sol kolunu ve bacağını koparacağız! (…)” dediler. Beni depresif bir hâle soktular. “Seni bir zombi hâline getireceğiz! Neden yatıyorsun, niçin konuşmuyorsun?” diye sordular. Çok yorgun olduğumu, bu hâldeyken konuşamayacağımı söylediysem de, istemeden ve otomatik olarak cevab vermemi sağladılar, beni kontrol edebiliyorlar.
Bir not eklemek istiyorum: Beni kontrol ediyorlar ve şöyle tehdid ediyorlar:
“Karar ver, seni mi, yakınlarını mı öldürelim!”
Ruhum tamamen paramparça oldu ve uykusuzum. Sürekli tehdidvarî kelimelerle baskı yapıyorlar.”
“DimitriSchunin@gmx.de” mail adresinden gelen bir mesajda, “intihara kışkırtma”nın aslında Ceza Kanunu’na göre “cinayet” demek olduğu notu da eklenerek; Peter Helwig’in 11 Eylül 2007’de 48 yaşında iken öldüğü, daha doğrusu öldürüldüğü, komşularının ve polisin konu hakkında sessizliklerini koruduğu bildiriliyordu.» [5]
Peter Helwig ve benzeri yüzlerce TELEGRAM mağdurunun trajedisi, Türkçedeki basılı kaynaklardan veya internet kaynaklarından çok daha geniş olarak araştırılabilir. İkisi Türkçeye de çevrilmiş ve bizzat mağdurların kaleme aldığı eserler de, İngilizce bilenler tarafından temin edilebilir.
DİPNOTLAR:
1) http://www.washingtontimes.com/news/2008/oct/2/neuroscience-wake-up-call/ (15 Kasım 2010).
2) http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=9524 (15 Kasım 2010).
3) http://zihinkontrol.blogcu.com/elektro-manyetik-takip-beyin-kontrolu/883030 (1 Şubat 2011).
4) http://www.ozgurlukprojesi.0catch.com/ct_uk.html (1 Şubat 2011).
5) Oğuz Yıldırım, “Katledilen Bir Zihin Kontrolü Mağduru: Peter Helwig”, Haftalık Barandergisinden naklen:
http://zihinkontrol.blogcu.com/katletilen-bir-zihin-kontrol-magduru/7801758 (1 Şubat 2011).
KAYNAK: Reha Suvari, “Kısaca Dünyada Telegram”, Haftalık Baran Dergisi, Sayı 325, 4 Nisan 2013, s. 20-22.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.