Etiket arşivi: SİLAH

TEKNOLOJİ : KÜRESEL GÜÇLERİN YENİ SİLAHI : TELEGRAM

Salih Mirzabeyoğlu: Suçlu olan affedilir ben af istemiyorum

Suçlu olan affedilir ben af istemiyorum

Brifingli yargının ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezasına mahkum ettiği mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’yla Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde yaptığımız görüşmenin ikinci bölümünü yayınlıyoruz. İki gardiyanın dikkatle takip ettiği görüşmede 10 yıldır hücrede tutulduğunu söyleyen Salih Mirzabeyoğlu, görüşmenin son bölümünde hem kendisine yönelik bakış açısını hem de İslami kesimin son 15 yılda yaşadığı sürece ilişkin eksikliklerini eleştirdi. Kendisini en çok yaralayan şeyin “ihtiyarlık ve kocama” gibi gerekçelerle tahliye edilmeye çalışılması olduğunu vurgulayan Mirzabeyoğlu, “Adil bir yargılama olsaydı sonuç böyle olmazdı. Ben af istemiyorum. Suç affedilir, affedilmemi gerektirecek bir şey de yapmadım” şeklinde konuştu. 28 Şubat soruşturmasına olumlu baktığını vurgulayan Mirzabeyoğlu, Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin ise İslam toplumunun hazırlıksızlığını ortaya koyduğunu söyledi. Maruz kaldığı Telegram işkencesinin detaylarını da anlatan Mirzabeyoğlu, halen devam edilen bu çağdışı işkence nedeniyle ibadetlerini sağlıklı yapamadığını ve havalandırmaya çıkacak kadar takatinin kalmadığını kaydetti.

İşte Mirzabeyoğlu’nun sorularımıza verdiği cevaplar:

Brifingli yargının ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezasına mahkum ettiği ve 10 yıldır hücrede tutulan mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, kendisini en çok yaralayan şeyin “ihtiyarlık ve kocama” gibi gerekçelerle tahliye edilmeye çalışılması olduğunu söyledi.

Akit: Son dönemde “Mirzabeyoğlu’na af”, “28 Şubat’ın yargı kararları iptal edilsin” ya da ‘yenilensin’ gibi girişimler hakkında ne diyeceksiniz?

Salih Mirzabeyoğlu: Bunu sormanız çok iyi oldu. Mesela benim bilgimin dışında gelişmeler yaşanıyor ama adeta benim çabammış gibi gösteriliyor. Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan bir yazı gönderdiler. Aynen şöyle diyor: “Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Cumhurbaşkanlığı’na hitaben sunup bakanlığımıza gönderilen 12.05.2012 tarihli dilekçesinde, hastalığı sebebiyle kalan cezasının affı talebinde bulunan Bolu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu bulunan Salih İzzet Erdiş’in muayene sonucu Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenmiş, hali hazır durumda hastalık, bunama, kocama hali olmadığı anlaşılmıştır.”

Bakın benim böyle bir talebim olmadı. Bu dilekçeyi ben vermediğim halde adeta ben böyle bir talepte bulunmuşum gibi yazı kaleme alınmış. İradem dışında Adli Tıp Kurumu’na götürüldüm. Araştırıldığında Konya’dan kimliği belli olmayan bir şahsın başvurusu görülüyor. Yargı kararlarının iptali veya yenilenmesine ise olumsuz bir tavrım söz konusu değil. Ama hastalık, bunama gibi şeylerle ilgim yok.

BENİM DURUMUM ÖNEMLİ DEĞİL ÖNEMLİ OLAN MÜSLÜMANLAR

Akit: Bu açıklamanızdan affedilmek istemediğinizi anlıyorum. Doğru mu?

Salih Mirzabeyoğlu: Bunu başında da söyledim. Ben davam bazında bakıyorum olaylara. O gözle değerlendiriyorum. Önemli olan Müslümanların faydası. Benim bu uğurda çektiğim sıkıntılar, İslam davası baz alındığında önemsiz kalır. Ayrıca kuru kuru dışarı çıkan olmak da istemiyorum. Bunun bir anlamı yok. Buradan ikide bir de götürülüp ifade vermekten, Adli Tıp doktorlarına bir şeyler anlatmaktan sıkıldım. Bir süre sonra her şey başa sarıyor. İnsan aynı şeyi anlatıp anlatıp duruyor. Bu durum çok rahatsız edici. Bundan sıkıldım.

Akit: Davanın yeniden görülmesi durumunda mevcut dosyanın ele alınacağı söyleniyor. Yani sizin aynı şeyleri defalarca anlatmanıza gerek yok gibi.

Salih Mirzabeyoğlu: Öyle bir şey olursa buna sevinirim. Onun dışında “Beni affedin” demiyorum, demem de. Suç işlemiş kişi af ister. Ben bir suç işlemedim. Zaten ortada beni suçlu çıkaracak bir delil de yok.

YAPTIKLARININ HESABI SORULMALI

Akit: 28 Şubat davasına bakış açınız ne? Malum, sizin aldığınız idam cezasının geri planında da bu davaya konu sanıklar var.

Salih Mirzabeyoğlu: Olumlu bir gelişme.

Akit: Çevik Bir, İsmail Hakkı Karadayı ve Metin Çetinbaş gibi şahıslar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Salih Mirzabeyoğlu: Yaptıklarının hesabı sorulmalı ama kişisel olarak bir nefretim, düşmanlığım olamaz. Olaylara bakarken davamı merkeze oturtmam daha uygun düşer. Önemli olan Müslümanların bilinçlenmesi, gelişmesi. Bu duruma bir faydası olacaksa önemli bir gelişme.

MÜSLÜMANLARIN NE KADAR HAZIRLIKSIZ OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI

Akit: ‘Müslümanların bilinçlenmesi’ dediniz… Arap Baharı denen süreç bu durumun bir göstergesi mi?

Salih Mirzabeyoğlu: Arap Baharı ile aslında Müslümanlar ne kadar fikirsiz olduklarını gördüler. Yıllarca halklarını sömüren diktatörler öyle veya böyle devrildi, fakat boşluk doldurulamadı. Mısır’da Hüsnü Mübarek, Libya’da Muammer Kaddafi devrildi. Peki ne oldu? Yerine şuurlu bir yapı oturtulabildi mi? Aksine, Müslümanların ne kadar hazırlıksız olduğu ortaya çıktı.

Akit: Sizin hedef alınmanızın altında da bu neden yatıyor olabilir mi? Zira eserlerinizde bir İslam devletinin nasıl olması gerektiğini en ince teferruatına kadar yazdınız.

Salih Mirzabeyoğlu: İstenilen şey zaten Müslümanları şuursuzlaştırmak. Yönetim kabiliyetlerini zayıflatmak ve hatta yok etmek. Bilinç algısı kapalı, ne yapacağını bilmeyen bir İslam kitlesi istediler. Bunun aksini iddia eden, bir fikir ortaya koyan herkesi yok etmek istediler.

TELEGRAM YÜZÜNDEN NAMAZIMI KESMEK ZORUNDA KALIYORUM

Akit: Yıllardır Telegram’a maruz kaldığınız söyleniyor. Nasıl bir şey Telegram? Günlük yaşantınızı nasıl etkiliyor?

Salih Mirzabeyoğlu: Uzunca bir süredir Telegram yöntemiyle, çeşitli görüntü ve seslerle işkenceye maruz kalmaktayım. Günlük yaşantım Telegram’ın bendeki etkisine göre değişip şekilleniyor. Bilindiği gibi hücrede tutsak durumdayım. Üç hücrenin ortak kullandığı bir havalandırmaya açılıyor hücrem. Her gün saat 13.00 ile 16.00 arasında buraya çıkmama izin veriliyor. Ancak bu zaman dilimine gelindiğinde ben çıkmak istesem de Telegram’ın üzerimde bıraktığı etki sebebiyle, uğradığım işkence sebebiyle bitkin düşüyorum ve havalandırmaya çıkacak halim olmuyor.

Akit: Nasıl bir yöntem kullanıyorlar?

Salih Mirzabeyoğlu: Sözlü ve fiilî tacizlere uğruyorum. Bazen fiziksel şiddete de dönüşüyor. Dış ortama ilişkin algıların tamamı beyninizde yaşandığı için beyne müdahale bütün mekanizmayı çökertiyor. Kimi zaman namaz kılarken bile Telegramcıların sözlü ve fiilî tacizlerine uğruyorum. Meselâ secdeye varıyorum, o zaman bile küfürlü sözlerle karşılık veriyorlar. Bu yüzden namazlarımda zorlanıyorum. Bazen namazımı kesmek durumunda kalıyorum. Kur’an okurken, özellikle bazı harfler üzerine geldiğimde adeta şok uyguluyorlar. Televizyon hiç izlemiyorum neredeyse. Televizyonun açısını değiştirdiğimde biraz hafifliyor. Manyetik bir etki alanı gibi her yeri sarmış durumda.

Akit: Ne zaman yatıyorsunuz?

Salih Mirzabeyoğlu: Genelde saat 17.00 gibi yatıyorum. Akşam da saat 20.00’de sayım yapılıyor. Sayımda uyanıyorum, sabah 6-7’ye kadar uyumuyorum.

Akit: Nasıl yani? Hiç uyumuyor musunuz o saate kadar?

Salih Mirzabeyoğlu: Gece 22.00’den sabah 7’ye kadar uyumuyorum. Namazlarımı kıldıktan sonra yazı yazmaya koyuluyorum. Ancak Telegram’dan dolayı bu program kimi zaman tam tersi şeklinde gelişiyor. Bazı günler hiç yazamıyorum.

Akit: Telegram’la ne amaçlanıyor?

Salih Mirzabeyoğlu: İtibarsızlaştırma, delirtip değersizleştirme.

AKILLARINI İSLAM’IN EMRİNE VERSİNLER

Akit: Eserleriniz ve fikirlerinizin Müslümanlar üzerinde ciddi bir tesiri var. Bizim aracılığımızla onlara iletmek istediğiniz bir mesaj, tavsiyeniz var mı?

Salih Mirzabeyoğlu: Bizi sevenler, selam söyleyenler, iletenler ve kalbinde bize sevgi besleyenler sağ olsunlar. Allah yar ve yardımcıları olsun. Müslümanlarla ilgili ise şuurlu olmalarını tavsiye edebilirim. Kuru politikaların esiri olmasınlar. Bu durumu aşsınlar. İçgüdülerini akılla denetim altına alıp, aklı da İslam’ın emrine versinler.

Yeni Akit. Murat Alan

Nevzat Tarhan: “Mirzabeyoğlu’nun gerçekten Telegram’a maruz kaldığı gözüküyor” Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın,Ülke Tv’de “Mirzabeyoğlu ve telegram” hakkında söyledikleri…

Mehmet Atılgan

Turgay Güler : Salih Mirzabeyoğlu sürekli gündeme geliyor. Kendisine Telegram yapıldığı söyleniyor. Nedir bu Telegram ? Tespit edilebilir mi ?

Nevzat Tarhan : Telegram tarzında söylenen yaklaşım aslında zihin kontrolünün popüler kültürde çok ifade biçimi diyebiliriz. Zihin kontrolde elektromanyetik alan oluşturularak ve radyo dalgalarıyla, radyo frekanslarıyla bir insanın beyni etkilenebilir. Mikro dalgalarıyla etkilenebilir bununla ilgili çok deneyler var yapılıyor. Bunun gibi bu Aselsan intiharlarında da bu çok soruşturuluyor. Bir kimse bir yerde çalışıyor ya da hücrede duruyor bu kimsenin idaresi dışında ona radyo frekansı dalgalarla beynine sürekli mikro dalgalarla kişide zaman ve mekan algısı bozulabilir, zihninde bir kaos oluşturulabilir, “Burası neresi, ben nerdeyim” gibi bir his oluşturulabilir. Bir insana devamlı yaptığın zaman o insanda müthiş bir yorgunluk, bitkinlik, baş ağrısı gibi belirtiler oluşur. Bilimsel olarak bir kimseye elektromanyetik alan oluşturarak bir hücerede tutarak mahvetmek mümkündür. Ama onu tuşlarla yönetmek tarzında bir zihin kontrolü kast ediliyorsa Telegram’dan, şuanda bununla ilgili bir bilimsel bilgi yok. Irak’ta ki Saddam’ın direnç gösterememesinin sebeplerinden birisinin bu olduğu söyleniyor yani elektro manyetik silah. Geleceğin silahı, önümüzdeki yılların en etkili silahı. İnsan beynini isterse pişirebiliyor tabi.

Turgay Güler : Bu anlaşılabilir mi ? Bir insana böyle bir elektro manyetik uygulamayla alan oluşturularak beyninde hasar oluşturulabilirse anlaşılabilir mi ? Mesela Salih Mirzabeyoğlu Telegram’a maruz kaldı mı ?

Nevzat Tarhan : (Teknik incelemelerden bahsediyor) Mirzabeyoğlu’nun gerçekten Telegram’a maruz kaldığı gözüküyor ama bu zulmün nasıl bir zulüm olduğu bilinmiyor ve ortada tanımlanmış, kamuoyunu aydınlatan bir bilgi de yok. Yani burada bir mazlumun ahı, o bölge insanlarına musibet olarak yeter. Eğer burda bir zülüm varsa, bu zülume duyarlı olmak gerekiyor. Bunun için bu boyutta 28 Şubat’ın devam eden bir zulmü gibi gözüküyor Buna karşı duyarlılık, muhakkak bir duyarlılık gösterilmesi gerekiyor. Emniyet güçlerinin, devlet istihbaratının bu konuda aşırı bir gereksiz bir hassasiyet içerisinde, bu kişileri mağdur ettiği ile ilgili toplumda bir algı oluştu. Bu alıgının değiştirilmesi gerekiyor. Adelet herkese lâzım. Yani burada adaletin işlemediğini söyleyebiliriz.

Turgay Güler : Herkes farklı düşünebilir ama burada onun maruz kaldığı bir zülüm var ve çok tuhaf bir şekilde herkes sessiz kalıyor

Nevzat Tarhan : İmraliya karşı sempati başladı toplumda ama burada Salih Mirzabeyoğlu’nun durumu çok ilginç .

Kısaca Dünyada Telegram

Bugün dünyanın birçok ülkesinde TELEGRAM mağdurları var. Mağdurların kurduğu dernekler; hâdise etrafında yayınlanan birçok ciddi kitab, dergi veya gazete makalesi; yine, internette sayısız makale, araştırma ve sesli-görüntülü veri mevcut. Batıdaki bazı organizasyonların bu mesele merkezinde düzenli olarak seminer ve konferanslar tertib ettiklerini de biliyoruz; insanları şuurlandırmak için ciddi bir mücadele veriliyor.

Bu gelişmeler ülkemiz dışında tüm hızıyla sürer ve insanlar arasında günden güne yayılan genel bir şuurlanma süreci yaşanırken; üstelik ABD ve Rusya başta olmak üzere kimi ülkelerde protesto gösterileri bile yapılırken; TELEGRAM’a karşı dünyadaki en etkili mücadeleyi veren insanlardan Mind Justice Organizasyonu başkanı Cheryl Welsh`in ifadesiyle,“ATOM BOMBASINDAN DA TEHLİKELİ” bu silaha karşı maalesef ülkemizde yeterli bir kamuoyu tepkisi gelişmemiştir.

Bu derece vahim ve çok gizli bir askerî silah sözkonusu iken; dünyada “elektromanyetik silah” yarışı tüm hızıyla devam ederken; Türkiye`deki bilgisizlik ve aldırmazlık, belki de silahın kendisi kadar ürkütücü.

Bazı değerli siyasetçilerin, araştırmacıların, basın mensublarının ve bilim adamlarının çıkışlarını övgüye değer bulsak da, maalesef yetmiyor. Ülkemizdeki bu atmosferi dağıtmaya ve insanımızı şuurlandırmaya yönelik her türlü ciddi açıklamayı, veri paylaşımını ve bu gaye çerçevesindeki her çeşit müsbet faaliyeti yahud böylesi faaliyetleri tetikleyecek “gayret”i bu bakımdan çok kıymetli buluyoruz.

Muhtelif metod ve amaçlı zihin kontrolü faaliyetleri belki de insanlık tarihi kadar eski. Bizim bu mütevazı makalemizin konusu olan ve tatbikinde elektromanyetizma ve cihaz kullanılan TELEGRAM’ın oluşumunu hazırlayan çalışmalar ise 19. yüzyıl başlarına kadar uzanıyor. Nikola Tesla`nın alternatif akımı bulup geliştirmesi ve onun prensibleri istikametinde yapılan çalışmalar; Hitler Almanyası`nda yapılan bu yönde denemeler; savaşın gidişatıyla çalışmaların sekteye uğraması; Almanya`dan ABD`ye sığınan bilim adamlarının projeleri ve akabinde Jose Delgado`nun 60`larda zihin kontrolü üzerinde çalışmaları ile hız kazanan gelişmeler…

Prof. Dr. Jose Delgado, zihin kontrolü bahsinde en tanınmış isimlerin başında geliyor. Geçtiğimiz yıllarda ölen ve Yale Üniversitesi`nin sembol şahsiyetlerinden olan bu sinirbilimci, 1960`larda birçok hayvan, hattâ psikolojik problemleri olan hastalar üzerindeki deneyleri sebebiyle çokça tenkid edildi. O dönem Pentagon`un da kısmen desteğini almıştı.

Delgado’nun 1969’da yayınladığı “Beynin Fizikî Kontrolü – Psikomedenî Bir Topluma Doğru” (Physical Control of the Mind – Toward a Psychocivilized Society) kitabının takdiminde; Rockefeller Üniversitesi, Amerikan Deniz Kuvvetleri Araştırma Dairesi ve Birleşmiş Milletler Hava Kuvvetleri 6571. Aeromedikal Araştırma Laboratuvarı, çalışmalarına katkılarından dolayı Delgado tarafından “şükranla” anılıyor. Yaptığı çalışmaların neticesinde, üzerinde çalıştığı hayvanların durumu için, “âdeta elektronik oyuncak gibi oldular” diyerek memnuniyetini ifade edecektir.

1975 yılında yayınlanan “Two-Way Transdermal Communication with the Brain” (Beyinle Cilt İçinden İki Yollu İrtibat) başlıklı bir yazıda ise, Delgado`nun beyin araştırmalarını bilgisayarlara uyarlamayı başardığı vurgulanarak, “Transdermal –cilt yollu- alıcıların en ilginç yönü, beyin fonksiyonlarının eşzamanlı kayıd altına alınması ve uyarılmasının temini ki, bu sayede, talebe dayalı bildirimler bilgisayara uyarlanabiliyor.“ denmekte idi.

1974 yılında Dr. Joseph C. Sharp tarafından Walter Reed Askerî Araştırma Enstitüsü’nde ilk defa olarak insan beynine ses nakletme çalışmaları yapılmaya başlandı ve başarı kaydedildi. Bu çalışmalar, kulakları hiç duymayan sağır kişiler üzerinde de hedefine ulaştı. Kulağın duymasına lüzum kalmadan, sesin doğrudan doğruya beyne nakledilmesi deneyleriydi yapılan. Dolayısıyla “hedef kişi”, bu tatbikata karşı koyamıyor, savunmasız kalıyordu. Çünkü ses ve görüntüler, -gaibten değil!- bilgisayardan geliyordu.

Bugün artık resmî ağızlardan dahi bu çalışmaların teyidi yapılmaya başlanmıştır. Buna en bâriz misâl, NASA`nın astronotlarla “seslendirilen kelimeler” olmaksızın konuşma deneyleridir ki, kendi yayınlarında “yüzde 92 nisbetinde” başarılı olunduğu ifade edilmektedir.

ABD veya CIA`nın “Zihin Kontrolü” çalışmalarına müdahil oluş tarihi olarak 1941 verilir. O dönemden itibaren ABD, serbest veya örgütlü olarak bu sahada çalışan hemen tüm bilim adamlarını kontrolü altına almaya çalışmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olmuştur. “Büyük ölçüde” diyoruz, çünkü meselâ 2001 yılında, çok yönlü çalışmalarıyla tanınan sinirbilimci ve psikanalist Dr. John C. Lilly, insanlar üzerindeki deneyleri ahlakî bulmayarak bu birlikteliğe kısa bir süre sonra son vermesiyle de meşhurdur.

ABD’deki “Zihin Kontrolü” araştırma ve uygulamaları, geçmişten bugüne çeşitli kod isimler verilerek yürütülmüştür. Bunlardan öne çıkan bazıları, CHATTER, BLUEBIRD, ARTICHOKE, MKULTRA, MKSEARCH ve MKDELTA’dır.

ABD’deki zihin kontrolü deneyleri, bu süreçte tüm ülkeyi sarmış olmasına karşılık, yıllarca büyük bir gizlilikle yapılır. Olan bitenden habersiz insanların, küçük çocukların, bedenen hasta olanların yanısıra, akıl hastalarının, cezaevlerindeki tutuklu ve mahkûmların, hattâ ordudaki askerlerin bu deneylerde kullanıldığı yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. Öyle ki, deneyler sırasında ölümlerin meydana geldiği; kalıcı fizikî rahatsızlıklar yaşayanlar yanında, birçok “kobay”ın psikolojik dengesini kaybettiği ve bazılarının intihara kalkıştığı bugün artık kesin olarak biliniyor.

ABD’deki projelerin ilklerinden CHATTER (Gevezelik) Projesi, Sovyetler`in casus veya esirleri itiraf ettirmek için kullandıkları ilaçların “başarısına” karşılık olarak geliştirilmişti. Araştırma, casusların sorguları sırasında kullanılabilecek ilaçların belirlenmesi ve denenmesi üzerine odaklanmıştı. CHATTER Projesi, 1953 yılında resmen sonlandırıldı.

Çalışmalarını insan davranışlarını kontrol yönünde genişletmek isteyen CIA, teşkilatın başıAllen Dulles`in onayıyla 1950 yılında BLUEBIRD (Mavi Kuş) Projesi`ne başladı. Bu programın hedefleri şöyle sıralanıyordu:

1. Personelden izinsiz bilgi sızdırılmasını önleyecek bir metod geliştirmek.

2. Özel sorgulama teknikleri yoluyla ferdin kontrol edilmesinin mümkün olup olmadığının araştırılması.

3. Hafıza geliştirme usullerinin araştırılması.

4. CIA personelinin düşman kontrolüne geçmesini önlemek için savunma teknikleri geliştirmek.

BLUEBIRD Projesi`nin kod adı, 1951 Ağustos`unda ARTICHOKE (Enginar) Projesi olarak değiştirildi. Bu projenin hedefi de hipnoz ve çeşitli kimyevî maddelerin kullanımı yoluyla sorgulama tekniklerinin araştırılmasıydı. Bu program da 1956`da noktalandı.

Ancak, ARTICHOKE Projesi`nin durdurulmasından üç yıl kadar önce, yâni 13 Nisan 1953`te, o dönem CIA Başkan Yardımcısı olan Richard Helms`in teklifleri doğrultusunda, MKULTRA Projesi başlatılır. MK harflerinin, “Mind Kontrolle” (Zihin Kontrolü; “kontrolle” kelimesi İngilizce “control”ün Almanca karşılığı) kelimelerinin kısaltması olduğu düşünülüyor.

MKULTRA Projesi çerçevesinde insan davranışlarını kontrol etmek amacıyla başvurulan araç, metod ve ilmî disiplinler arasında radyasyon, elektroşok, hipnoz, başta LSD olmak üzere çeşitli kimyevî maddeler, askerî araç gereçler, işkence âletleri ile psikoloji, psikiyatri, sosyoloji, antropoloji gibi sosyal bilimler vardı. MKULTRA`nın yurtdışı için geliştirilen versiyonuna da MKDELTA adı verilmişti.

1970`lerin başında UTAH EYALET HAPİSHÂNESİ Gunnion Tesisleri ve Devlet Hastahânesi`nde yaşanan elektromanyetik dalgalarla taciz, beyin kontrolü vak’aları mahkemelere taşınmışsa da, -tahmin edileceği üzere- bir netice alınamamıştır. Mesele, “millî güvenlik”tir(!) ne de olsa!

Zihin Kontrolü yahud TELEGRAM’a giden yolun tarihi, elbette ABD`de yapılan çalışmalarla sınırlı değil. Devrin Komünist Bloğunun lideri SSCB, hem kendi ülke sınırları içerisinde, hem de müttefiki olan Doğu Avrupa ülkelerinde, bu istikametteki çalışmalarına azamî bir dikkat ve hassasiyetle devam ediyordu.

Soğuk Savaş dönemi bloklaşmasının, bu silahın geliştirilmesi, kullanımı ve paylaşımı noktasında bugün hâlâ varlığını hissettiriyor olması, işin bir başka ilginç yönü. Meselâ, ABD, İngiltere ve Kanada’nın yukarıda adlarını saydığımız bu nevî projelerdeki geçmiş “ortaklığı”nın bugüne de uzandığı isbatlanmıştır. Yeni keşfedilen hemen tüm silahlarda olduğu gibi, siyasî-ideolojik işbirliğinin etkisi, bu askerî silahın kullanımında da kendini gösteriyor.

Bugün için, bir tarafta ABD, İngiltere ve İsrail, diğer yanda Rusya, bunlara mukabil Çin önemli. İlâveten; Almanya, Fransa, İsveç gibi bazı Avrupa ülkeleri ile Brezilya, Hindistan ve İran da bu silah üzerinde araştırmalar yapan ve bol sıfırlı fonlar ayıran ülkeler olarak konuyla ilgili kaynaklarda göze çarpıyor.

Meselenin kökünde politik kaygı, ideolojik çatışma (ki bu vurgu ABD’nin “resmî” ağzıdır, kendi aralarında daha sert bir ifadeyle “İDEOLOJİK DÜŞMAN” tabirini kullanırlar) ve dünya paylaşımı yatması hasebiyle, ABD`deki “Zihin Kontrolü” ile alâkalı yayınlarda, hükümetin en çok ilgi (ve kaygı!) ile izlediği ülkeler olarak Çin ve İran gösteriliyor. Tabiatiyle, ülke ülke zihin kontrolü konusunu kurcalarken, en çok malzeme bulma şansımız olan ülkeler, ABD ve eski Sovyetler Birliği. Diğer ülkelerle ilgili olarak (şimdilik) daha az sayıda yazı ve dökümana ulaşsak da, bunları ABD`nin başka ülkelerde zihin kontrolü silahlarının geliştirilmesi konusunda duyduğu endişe ve rahatsızlığı ifade eden resmî veya gayriresmî yayınlardan süzme şansı doğuyor.

“Elektromanyetik Zihin Kontrolü” teknik ve teknolojisi üzerindeki ülkelerarası silahlanma yarışını ve “ideolojik çatışma” vurgusunu delillendirmek bâbında, 2 Ekim 2008 tarihinde Washington Times`da çıkan Kelly Hearn imzalı bir makaleyi örnek gösterebiliriz.

Pentagon`un kaygıları olarak: Çin ve İran`ın nörolojik (beyin ve sinirle alâkalı) silah geliştirme sahasında işbirliği ve yardımlaşma hâlinde oldukları; ABD’nin ideolojik düşmanı olan bu ülkelerin yeni nöro-silahların üretimi ve geliştirilmesi için anlaşmaya vardıkları; beyin ve sinir sistemleri üzerinde etkili böylesi silahların geliştirilmesi üzerinde iki ideolojik düşman ülkenin işbirliği yapmasının ABD çıkarlarına ters gelişmeler olduğu ve önlem alınması lâzım geldiği çerçevesinde bir makaleydi Hearn’in yazdığı.

Sözkonusu makalede, yetkililerin “Yabancı Teknolojik Sürprizler” ismi altında gizli bir panel düzenlediği, konunun uzmanı 16 bilim adamının iştirakiyle gerçekleşen toplantıda hükümetin mevzu ile ilgili bilgilendirildiği ve yapılması gerekenlerin masaya yatırıldığı ifade ediliyor. Katılımcı bilim adamları bahsinde ismi geçen kişiler arasında belki en dikkat çekici olanıysa, 16 kişilik heyetin de başkanı olan Christopher C. Green. Makalede elbette “zihin kontrolü” kelimesi zikredilmiyor; bunun yerine “noröloji, beyin, sinir” gibi kelimeler kullanılıyor. Ancak Green, “Millî Güvenlik”le ilgili olarak eskiden beri paranormal ve zihin kontrolü çalışmalarında ismi geçen, 1969`da CIA`nın Bilim ve Teknoloji bölümü için çalışmış, etkili bir isim. [1]

Bugün, TELEGRAM Silahı konusundaki resmî tavrı ile sadece kendi ülkesini değil, neredeyse tüm dünyayı “laboratuvar”a çevirme gayretindeki ABD’de, Amerikan devletine ağır suçlamalar yönelten makale ve raporlar ardarda yayınlanıyor. Buna ciddi ve çarpıcı bir misâl olarak, Sonoma State Üniversitesi’nin desteklediği bir proje çerçevesinde Aralık 2006’da tamamlanan ve “ABD`de Elektromanyetik Silah Araştırmaları ve İnsan Hakları İhlalleri Tarihi Üzerine” (A Study of the History of US Intelligence Community Human Rights Violations & Continuing Research in Electromagnetic Weapons) başlığıyla Peter Phillips, Lew Brownve Bridget Thornton tarafından kaleme alınan akademik bir çalışmayı gösterebiliriz. [2]

Türkiye’de Timaş Yayınevi tarafından “İstihbaratta Beyin Yıkama –Beyin Kontrolü-“ adıyla yayınlanan “Mind Controllers” adlı eserin sahibi Dr. Armen Victorian’ın da belirttiği gibi, ABD ve Avrupa ülkelerinde zihin kontrolü konusunda herhangi bir tepki ortaya koyan kişi ve örgütlerin her zaman önleri kesilmeye çalışılmıştır. Tesbit, bugün de aynen geçerlidir. Fakat, artık mızrağın çuvala sığmadığı da görülüyor. Buna misâl olarak, ABD’de NSA`ya (National Security Agency – Millî Güvenlik Teşkilatı) karşı eski NSA çalışanı John St. Clair Akwei tarafından –kurumun kendisine elektromanyetik zihin kontrolü uyguladığı gerekçesiyle- açılmış dava önemlidir.

16 Temmuz 1977 tarihli New York Times gazetesindeki bir haber-makalede, “ABD, İnsanlığı Esir Edebilecek Görünmez Silahlar Geliştiriyor” (U.S. Develops Invisible Weapons to Enslave Mankind) deniliyordu. Bu haberden sadece bir yıl sonra yayınlanan Walter Bowartimzalı Beyin Kontrol Harekâtı kitabı ise, gelinen noktayı bir nebze olsun aydınlatıyordu. Aynen şunları yazıyordu Bowart:

– «Bu araştırmalar; hipnoz tekniği, narkotik-hipnoz, elektronik olarak beynin uyarılması, ultrasonik, mikrodalgalar, alçak ses frekanslarıyla davranışların etkilenmesi ve davranış değişiklikleri terapisidir. CIA, psikolojik silah stoklarını, psişik silahların değişik tiplerini geliştirmeyi başararak artırmıştır. ŞİMDİ BU KABİLİYETLERİYLE YENİ TİP BİR HARBE GİRİŞMESİ MÜMKÜNDÜR. Bu harb görünmez, muharebe sahası ise insan zihinleridir.» [3]

İrlandalı George Farquhar, sadece kendi ülkesinde değil, İngiltere ve Kanada başta olmak üzere birçok ülkede kendisinin elektromanyetik dalgalarla taciz edildiğini söyler ve Hürriyet Projesi (Project Freedom) adlı internet sitesinde şunları dile getirir:

– «İstihbarat Ajanları bu gerçeği açıklamak isteyen kişilerin de itibarını yok etmek için çaba sarfetmektedirler.

Yıllardır askerî ve polis istihbaratı, “Uzaktan Beyin Kontrolü” silahlarının varlığını inkâr etmek için halka yalan söyledi. ABD Ordusu’nun “Körfez Savaşı” sırasında toplu hâlde Irak taburlarına karşı, “Uzaktan Mikrodalga Beyin Kontrolü Silâhları”nı kullandığı, medya (Discovery Kanalı) tarafından açıklandı. Daha da önemlisi, son günlerde Channel 4 televizyonunda yayınlanan “Büyük Birader’in Sevgisi İçin” isimli belgeselde, İngiltere istihbarat ajanlarının toplumun bir bölümünü bu silahlarla hedef aldığı gerçeği gösterildi.

İstihbarat ajanları, “öldürücü olmayan” bu silahların varlığını artık inkâr edememelerine rağmen, bu silâhların, -bir diğer ifadeyle- “Uzaktan Beyin Kontrolü Deneyi”nin toplum üzerinde sürekli olarak ve artarak “davranış manipülasyonu ve suikast” için kullanıldığını inkâr etmeye hâlâ devam edeceklerdir.

Ancak toplumun büyük çoğunluğu en sonunda gerçeği gördüğü zaman, bu askerî ve polis istihbarat hiyerarşisinin otoriteci ve vahşi zihniyetinin gizli biçimde toplumumuzu idaresi altına almasını önleyebileceğiz (mi?). “Uzaktan Beyin Kontrolü Silâhları”nın varlığı ile ilgili gerçek aydınlığa çıktığı zaman, bunların bizim masum toplumumuza karşı kullanılmasını ilgilendiren gerçek de ortaya çıkacaktır. Bu yalnızca bir zaman meselesidir. Schopenhauerşöyle der:

“Tüm gerçek üç safhadan geçer: Birincisi, onunla alay edilir. Sonra, ona karşı şiddetle direnilir. Sonunda, o kendisini âşikar olarak belli eder.” [4]

ABD böyle; ya başka yerler? Cevabı tahmin hiç de zor değil. Yaşanan “trajedi”ler hep birbirine benziyor.

Çarpıcı bir örnek olarak, Almanya`da Alman Gizli Servisi BND`nin (Bundesnachrichtendienst) elektromanyetik yolla zihnî ve fizikî tacizi altında olduğunu söyleyen; 2003`ten intihar ettiği 11 Eylül 2007`ye kadar (48 yaşındaydı) medya, hukuk ve siyaset platformlarına defalarca konuyu taşıyan; ancak hiçbirinden herhangi bir netice alamayan Peter Helwig’in acı hikâyesine bakalım şimdi. Ne tuttuğu günlükler, ne vücudundaki elektromanyetik taciz izleri, ne hayatının son devresinde beyninde oluşan tümör, ne konuyu parlamentoya taşıması, ne açık protesto faaliyetleri, evet maalesef hiçbiri işe yaramadı.

Helwig’in trajedisini, onunla ilgili olarak yayınlanan İngilizce bir yazıyı haftalık Baran dergisi için Türkçeye çeviren Oğuz Yıldırım’ın tercümesinden takib edelim:

– «4 Eylül 2007 tarihinde şikâyetimi bütün gazete editörlerine gönderip bir internet sitesine de ekleyince gizli servisin psikolojik baskısı hayli artmıştı.

Radyasyona maruz bırakılmam yanında, bu sefer, kafamın içinde beni tehdid eden sesler duyuyordum:

“Seni öldüreceğiz, sen artık bir zombisin! Senin hafızanı sileceğiz, yakınlarını öldüreceğiz! 22 Eylül’de protesto gösterisine gidemeyeceksin! Yakınlarını düşün! Ellerini, ayaklarını ve vücudunun diğer organlarını mahvedeceğiz! Seni bir zombiye çevireceğiz!”

Bu seslerle geceleri taciz edilerek uyumama mâni olundu. Bana cevablamamı istedikleri birtakım sorular sordular. İrademi kuşatıp beni kontrol ettiler.

Şübhesiz, insanlık haysiyetim taciz edilmiş; böylece, Almanya Anayasası ile de garanti altına alınan insan haklarım, millî ve uluslararası hukuk anlamında da çiğnenmiştir.”

Peter Helwig’in 10 Eylül 2007’de yâni ölümünden bir gün önce yazdığı mektub:

“(…) Beni iki gecedir uyutmadılar. Bugün bana iki çıkar yol gösterdiler, bana işkence yapabilecek güce sahibler. Uzun zamandır, beni öldürmelerine müsaade etmekten başka çıkar yol olmadığını düşünüyorum. Kaderime razıyım, beni öldürmek istiyorlarsa öldürsünler.

Bugün bir süre uzandıktan sonra beni yine tehdid edip, “kalbini söküp canını alacağız! Hafızanı sileceğiz! Sol kolunu ve bacağını koparacağız! (…)” dediler. Beni depresif bir hâle soktular. “Seni bir zombi hâline getireceğiz! Neden yatıyorsun, niçin konuşmuyorsun?” diye sordular. Çok yorgun olduğumu, bu hâldeyken konuşamayacağımı söylediysem de, istemeden ve otomatik olarak cevab vermemi sağladılar, beni kontrol edebiliyorlar.

Bir not eklemek istiyorum: Beni kontrol ediyorlar ve şöyle tehdid ediyorlar:

“Karar ver, seni mi, yakınlarını mı öldürelim!”

Ruhum tamamen paramparça oldu ve uykusuzum. Sürekli tehdidvarî kelimelerle baskı yapıyorlar.”

“DimitriSchunin@gmx.de” mail adresinden gelen bir mesajda, “intihara kışkırtma”nın aslında Ceza Kanunu’na göre “cinayet” demek olduğu notu da eklenerek; Peter Helwig’in 11 Eylül 2007’de 48 yaşında iken öldüğü, daha doğrusu öldürüldüğü, komşularının ve polisin konu hakkında sessizliklerini koruduğu bildiriliyordu.» [5]

Peter Helwig ve benzeri yüzlerce TELEGRAM mağdurunun trajedisi, Türkçedeki basılı kaynaklardan veya internet kaynaklarından çok daha geniş olarak araştırılabilir. İkisi Türkçeye de çevrilmiş ve bizzat mağdurların kaleme aldığı eserler de, İngilizce bilenler tarafından temin edilebilir.

DİPNOTLAR:

1) http://www.washingtontimes.com/news/2008/oct/2/neuroscience-wake-up-call/ (15 Kasım 2010).

2) http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=9524 (15 Kasım 2010).

3) http://zihinkontrol.blogcu.com/elektro-manyetik-takip-beyin-kontrolu/883030 (1 Şubat 2011).

4) http://www.ozgurlukprojesi.0catch.com/ct_uk.html (1 Şubat 2011).

5) Oğuz Yıldırım, “Katledilen Bir Zihin Kontrolü Mağduru: Peter Helwig”, Haftalık Barandergisinden naklen:

http://zihinkontrol.blogcu.com/katletilen-bir-zihin-kontrol-magduru/7801758 (1 Şubat 2011).

KAYNAK: Reha Suvari, “Kısaca Dünyada Telegram”, Haftalık Baran Dergisi, Sayı 325, 4 Nisan 2013, s. 20-22.

Mehmet Türker : Silah zoruyla yeni anayasa !..

1308036346-00.jpg

Kan­di­l’­in 1 nu­ma­ra­sı Ka­ra­yı­lan, Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti Baş­ba­ka­nı­’na res­ti­ni çek­ti ve PKK ça­pul­cu­la­rı ül­ke­yi terk eder­ken si­lah­la­rı­nı bı­rak­ma­sı­nı red­det­ti!..

Tay­yip Bey bu ko­nu­da ko­nu­şa­mı­yor, di­li tu­tul­du!..

PKK’­nın top­tan si­lah bı­rak­ma­sı ise, ma­sal!..

Çün­kü ye­ni ana­ya­sa si­lah zo­ruy­la ya­pı­la­cak!..

Tür­ki­ye nam­lu­nun ucun­da!..

Kürt ırk­çı­la­rı­nı tat­min ede­cek ana­ya­sa­nın si­gor­ta­sı si­lah ola­cak!..

* * *

Tür­ki­ye bi­li­niz ki eya­let sis­te­mi­ne doğ­ru yol alı­yor!..

Böl­ge mec­lis­le­ri ku­ru­la­cak, böl­ge va­li­le­ri se­çim­le ge­le­cek!..

Tür­ki­ye “u­lus dev­le­t” ol­mak­tan çı­ka­cak!..

Bu sü­reç­te PKK el­de si­lah bek­le­ye­cek!..

Gez, göz, ar­pa­cık…

He­def Meh­met­çik!..

İs­tek­le­ri ye­ri­ne ge­ti­ril­me­di­ği tak­dir­de te­rör mis­liy­le baş­la­ya­cak!..

Tay­yip Be­y‘­in mu­avi­ni Bur­sa­lı (Ma­ni­sa­lı-Si­irt­li) Bü­lent de hâ­lâ “İş­te si­lah­la­rı­nı bı­ra­kıp gi­di­yor­la­r” di­ye sa­ğa so­la laf ye­tiş­tir­me­ye ça­lı­şı­yor…

Bu Bü­len­t’­te ya id­rak so­ru­nu var, ya da ku­lak­la­rın­da duy­ma kay­bı!..

* * *

Tay­yip Be­y’­in ve­kil yap­tı­ğı akıl ho­ca­sı Yal­çın Ak­do­ğan, “Ka­ra­yı­lan sü­re­cin bu kıs­mı­nı doğ­ru an­la­ya­ma­mı­ş” di­yor ve şu gü­lünç açık­la­ma­yı ya­pı­yor:

“Ka­ra­yı­la­n’­ın nor­mal­leş­me olur on­dan son­ra si­la­hı bı­ra­kı­rız gi­bi bir yak­la­şı­mı var. Bu doğ­ru bir yak­la­şım de­ğil. Si­lah bı­ra­kıl­dık­tan son­ra nor­mal­leş­me aşa­ma­sı­na ge­çi­lir. Bu kıs­mı doğ­ru an­la­ma­mı­ş”

Asıl doğ­ru an­la­ma­yan Tay­yip Be­y’­in akıl ho­ca­sı!..

Do­la­yı­sıy­la Tay­yip Bey de doğ­ru an­la­mı­yor!..

Apo ile Ka­ra­yı­lan ise ken­di doğ­ru­la­rı üze­rin­de iler­li­yor ve bun­la­ra nam­lu­nun ucu­nu gös­te­ri­yor!..

Çe­kil­me­de si­lah bı­ra­kı­la­cak­tı, ol­du mu?..

Sen Ha­ti­ce­’ye de­ğil ne­ti­ce­ye bak!..

* * *

Yal­çın Ak­do­ğa­n’­ın an­la­ya­ma­dı­ğı şu:

PKK, el­de si­lah Kan­di­l’­de bek­le­ye­cek!..

Tay­yip Bey ile Apo ka­fa ka­fa­ya ve­re­rek ye­ni ana­ya­sa­yı ya­za­cak, en ufak bir hır çı­kar­sa PKK ça­pul­cu­la­rı Tür­ki­ye­’nin te­pe­si­ne bi­ne­cek!..

PKK’­nın stra­te­ji­si bu, Tay­yip Be­y’­in akıl ho­ca­sı da ma­sal an­la­tı­yor!..

Kes­tir­me­den söy­le­ye­lim:

PKK, “a­na­ya­sal re­for­m” is­ti­yor!..

Bu re­form (!) Kürt ırk­çı­la­rı için ya­pı­la­cak!..

30 yıl­lık te­rö­rün ge­ti­ri­si bu!..

* * *

Ey ik­ti­dar, ey ken­di­ni muk­te­dir sa­nıp da te­rör kar­şı­sın­da diz çö­ken bi­ça­re­ler, sen eli­ni ver­miş­sin, ko­lu­nu da kap­tır­mış­sın, ar­tık kur­tu­la­maz­sın!..

Te­rö­rist­ler “ak­ti­vis­t” ol­muş, Türk Si­lah­lı Kuv­vet­le­ri­’nin ber­ha­va et­ti­ği­ni san­dı­ğı yer­ler­de adam ba­sın top­lan­tı­sı ya­pı­yor, ga­ze­te­ci­le­rin kar­nı­nı do­yu­ru­yor!..

Ül­ke için­de te­rö­rist­le­ri te­miz­le­ye­me­miş­sin, te­rör ör­gü­tü­nün him­me­ti­ne muh­taç kal­mış­sın!..

Ve hâ­lâ ko­nu­şu­yor­sun!..

Gün ge­le­cek bu­nun he­sa­bı­nın yar­gı önün­de so­rul­ma­ya­ca­ğı­nı mı sa­nı­yor­sun?!.

İç­ki ya­sa­ğı­na adım adım!..

Tay­yip Bey ön­ce­ki gün “ay­ran şo­v” yap­tı ve iç­ki ya­sa­ğı­nın ye­ni aşa­ma­sı­nı açık­la­dı:

“Ga­ze­te­le­re ve­ri­len iç­ki rek­lam­la­rı­nın ya­sak­lan­ma­sı yo­lun­da ça­lış­ma­lar ya­pı­yo­ru­z”

Hem iç­ki­den al­dık­la­rı ver­gi­ler­le büt­çe­yi doğ­rul­tu­yor­lar hem in­san­la­rın ya­şam bi­çi­mi­ne bal­ta vu­ru­yor­lar!..

İç­ki ya­sa­ğı baş­ka tür­lü de ge­li­yor!..

Tay­yip Be­y’­in es­ki­den ba­yi­li­ği­ni yap­tı­ğı şir­ket bir mar­ket zin­ci­ri­ni sa­tın al­mış­tı, bu­ra­da iç­ki sa­tı­şı­nı ya­sak­la­dı…

Ay­nı fir­ma ge­çen­ler­de bü­yük bir mar­ket zin­ci­ri da­ha sa­tın al­dı, ora­da da iç­ki­ye ya­sak ge­tir­di…

Za­ten iç­ki sa­tan yer­ler çe­şit­li zor­la­ma­lar­la ya ka­pa­tı­lı­yor ya da iç­ki sa­tı­şın­dan vaz­ge­çi­ri­li­yor…

Ca­mi­ye, oku­la ya­kın­lı­ğı ba­ha­ne edi­le­rek ruh­sat­la­rı ip­tal edi­li­yor!..

Tür­ki­ye­’nin bir­çok ye­rin­de iç­ki­li lo­kan­ta­la­ra ge­ne­lev mu­ame­le­si ya­pı­la­rak şe­hir dı­şı­na sü­rü­lü­yor, ba­zı­la­rı­nın iç­ki ruh­sat­la­rı ye­ni­len­mi­yor!..

Her yo­lu de­ni­yor­lar, in­san­la­rı bas­kı al­tı­na alı­yor­lar son­ra da öz­gür­lük­ler­den söz edi­yor­lar!..

PKK için öz­gür­lük­çü ana­ya­sa ha­zır­lı­yor­lar, adı­na ile­ri de­mok­ra­si di­yor­lar!..

Sev­sin­ler si­zin de­mok­ra­si­ni­zi!..

SÖZCÜ

“Türkiye, muhaliflere silah vermiyor”

İsrail’in istihbarat örgütlerine yakınlığı ile bilinen Debka sitesi Türkiye dahil batılı ülkeler Suriyeli muhaliflere silah amborgosu başlattığını iddia etti.

İsrail’in istihbarat örgütlerine yakınlığı ile bilinen Debka sitesi, Türkiye ve Lübnan üzerinden Suriyeli muhaliflere sağlanan silahların El Kaide’ye bağlı El Nusra Cephesi’ne satıldığının öğrenilmesi üzerine Batı’nın, isyancılara bir silah ambargosunu başlattığını iddia ederken Türk makamlarının Akçakale’de binlerce silaha el koyduklarına da dikkat çekti.

Debka, 30 Mart tarihli “Debkafile Özel” logosu ile yayımladığı haberde “Batı’nın Beşar Esad ile savaşan Suriyeli muhaliflere yönelik oluşturduğu silah boruhattı, silahların bazılarının satılıp El Kaide tarafından Güney Suriye’yi feshetmek, Ürdün ve İsrail sınırlarında pozisyon kazanmak için kullanıldığının ortaya çıkması üzerine kurumaya başladı” diye yazdı.

Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’nin, silahların El Kaide’ye gitmeyeceğinden emin oluncaya dek silah gönderilmeyeceği uyarısını yaptığı 29 Mart’ta Ankara’nın da, Türk makamlarının Akçakale’de 5 bin silaha el koyduklarını açıkladığına işaret eden Dekba, “askeri kaynakları”na dayanarak Batı’nın “fiilen” bir ambargo uyguladığını, isyancıların tek silah kaynağının artık Suudi Arabistan ve Katar olduğunu da öne sürdü.

Bu gelişmelerin, son haftalarda, Suriye isyancılarına, özellikle Özgür Suriye Ordusuna’na yönelik silah sevkiyatının bir kısmının, El Nusra’ya satıldığı yönündeki bilgilerin Washington, Paris, Ankara ve Kudüs’e ulaşmasının ardından meydana geldiği savunuldu.

Debka, “agresif” olarak niteldiği El Kaide’nin Suriye’deki hamlesinin, geçen hafta ABD’nin liderliğinde Suriye’nin kimyasal silah tehdidi ile savaşmak amacıyla geçen hafta sonuçlandırılan önemli planlarını arka planına ittiğini belirterek şu iddialara yer verdi:

“İki hafta önce Kudüs, Ankara ve Amman’da, ordularının, ABD’nin geçen yıl kimyasal silahlarla savaşmak üzere bu üç ülkede oluşturduğu ortak komuta merkezleri altında Suriye içerisinde operasyon yapacakları bölgelerine işaret edildiği haritalar açılmıştı. Bu planlar ve merkezler, geçen hafta operasyonel duruma geçti.

“ORTAK OPERASYON İÇİN OBAMA TÜRKİYE’Yİ İSRAİL VE ÜRDÜN İLE BİR ARAYA GETİRDİ”

Debka, haberinde ayrıca Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Suriye konusunu, İsrail ile barışmadan ayrı tutmaya yönelik “ikna edici olmayan bir girişim” yaptığını öne sürerek “Ancak gerçek budur ki tarihte ilk defa ABD’nin komutası altında bir Arap ülkesinin topraklarında bir ortak operasyonu için Türkiye’yi İsrail ve Ürdün ile, bir araya getirenin, bölgeye 20-22 Mart günlerinde yaptığı ziyaret sırasında Barack Obama oldu” diye yazdı.

Haberin son bölümünde de “Nusra Cephesi’nin toprak kazanımlarının yarattığı alarm, böylece ortak ABD-İsrail, ABD-Ürdün ve ABD-Türk komuta merkezlerinde kimyasal tehdide ilişkin görüşmelerin önüne geçti” iddiasında da bulundu.

İlluminati’nin Üçlü Silahı : Eroin-Kokain Ve AIDS

Evet.Bunları çok önemli sebeplerle ortaya çıkardı ve Dünya’da ticaretini yürütüyor.Şimdi,Amerika Birleşik Devletleri köklü bir masonik cumhuriyettir.Önceki makalemde yazmıştım bunu.Gelecek makalelerimde illuminati’yi yazdığımda olay daha kolay anlaşılacaktır.Şimdi Hitler’in işi bittikten sonra baba-oğul Bush’lar,rothschild,rockefeller aileleri Amerika’da egemenlik kurmaya başladılar.Kuru Kafa ve Kemik Tarikatında etkili olduğu görülür.Kuru Kafa ve Kemik Tarikatı,illuminatiyle ilişki içindedir.Buraya Dikkat!

Şimdi bu örgüt,siyahi Amerikan vatandaşların gücünü azaltmak için eroin yayılmasını destekliyor.Kokainde aynı amaç için kullanılmaya başlandı.Hatta bu ticareti yürüten CIA’dır.CIA kokain satıcılarının,ülkeye uyuşturucu sokmalarına izin veriyor;karşılığında da belirli bir komisyon alıyordu.Tabiki de bu amaçlarından biridir.Uyuşturucu illuminati’nin koludur.Gelir kaynağıdır.Ondan beslenir.Fuhuş da öyledir.Uyuşturucu işi hem siyahiler için hem kendi sistemi kapitalist sistemde güç için hem de Dünya nüfusunu kontrol etmek içindir.Dolaylı olarak suç oranını da arttırır.Kötülüğün doğması için bir neden bulunur.Unutmayın!Bu şer odaklarının korktuğu iki düşman ırkı vardır.Birincisi;onlar için en tehlikeli olanıdır;Türkler!İkincisi ise;düşmanlıktır fakat bu işin içinde yaratılışa ihanet vardır:Siyahiler!Şimdi bu çok önemli bir meseledir.Hatırlatılması gerekiyordu hatırlattım.Fakat sonra değineceğim.

Şimdi bir kötü senaryı daha var.AIDS’in neden ve nasıl çıktığıdır.AIDS biyolojik bir savaş deneyinin ürünüdür.AIDS gene siyahileri öldürmek için yaydıkları bir savaş mikrobudur.New York Times’Da(29 Ekim 1990)yayınlanan bir araştırmada,New York’ta yaşayan Afro-Amerikanların yüzde 30’unun,AIDS’in Amerikan ordusu tarafından tasarlanan ve belirli bir etnik grubu hedef alan bir virüstür.

Amaçları belli,işleri gizli,olayları örtülüdür bu şer odaklarının.Amaçları(DÜnya’yı yönetiyorlar ama hakim değiller.)Dünya’ya hakim olmak,nüfusu kontrol altına almak ve insanlar arasında sürekli fitne çıkarmaktır.Böyle olacak ki,iblis Dünya’ya kolayca hakim olacak.İnsanlığı Yüce Yaradan’ın yolundan alıkoyacak.Kendi düşüncelerimi kesin verilerle size anlatmak istedim.İyi okumalar sevgili insanlar!

Sevgilerimle ;

Batuhan Oğuz Attila

Kağan Sağlam

Güneş Erkul : “Bizi silahla yenemeyeceğini anlayan işgalciler si nsi uzun vadeli bir işgale giriştiler” /// CC : @GUNESERKUL

53-ADT-3.jpg

Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Atatürkçü Düşünce Topluluğu tarafından düzenlenen “Demirden Bir Duvar: Atatürk Gençliği” adlı konferansta konuşan Genel Yayın Yönetmenimiz Güneş Erkul çarpıcı saptamalarda bulundu.

Konferansın açılışında konuşan Gaziantep Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu Öğrenci Başkanı Arif Yıldız, Türk Milleti’nin bağımsızlık savaşımızla birlikte bir büyük uyanış gerçekleştirdiğini, kendi öz varlığındaki niteliklerin, onurlu bir yaşam istencinin ve bağımsızlık inancının ne kadar yüksek olduğunu gösterdiğini ifade etti.

ŞİMDİ ARTIK İŞGAL TOPLA TÜFEKLE DEĞİL,İŞGAL ZİHİNLERDE

Konuşmasında tarihi Antep savunmasından verdiği örneklerle bugüne atıfta bulunan Güneş Erkul: “Bu topraklarda istiklal uğruna ölmenin, vatanın namusla eşdeğer görüldüğü, yiğitliğin, onurun destanı yazıldı. O destan bugün bize şanlı bayrağımız altında öğrenim görmemizi sağlıyorsa, soluduğumuz havayı, aldığımız her nefesi bize armağan eden bizi köle olmaktan, tutsaklıktan kurtaran, kahraman gazilerimizin, şehitlerimizi minnetle anıyorum, dedi.

“Tarih kendisinden ders almayanlar için acımasızdır” şeklinde konuşan Erkul, “Tarihini iyi bilen milletler ödedikleri bedelleri unutmayan, bastığı toprakların altındaki şehitlerin kendilerine yükledikleri sorumlulukları unutmayan milletler, yaşadığı acıları bir daha asla yaşamazlar” ifadesinde bulundu.

“Çanakkale’de 1915′de, Kurtuluş Savaşımız’da ve antep savunması gibi müthiş kahramanlıkları ile Türk’ün zor yoluyla yenilmeyeceğini gören batılı emperyal devletler Atatürk’ün ölümünden itibaren uzun vadeli, sinsi bir işgal stratejisi geliştirdiler” diyen Erkul bu işgalin iki yöntemi ve hedefi olduğunu, birincisinin Türkleri “beyinlerini işgal ederek teslimiyetçi, kahramanlık genlerini unutan, milli ruhundan, benliğinden uzaklaşmış bir millete dönüştürmek olduğunun bugünkü medya ordularının bunda etkin görev üstlendiğini ve ikinci yöntem ve hedefinin Türk milletini etnik ve mezhepsel başta olmak üzere birçok parçaya bölmek olduğunun altını çizdi.Böyle bir psikolojik savaşa karşı bu gibi gençlik yapılanmaları aracılığıyla kendimizi de doğru bilgiler ve milli ruhla donatarak savaşmamız gerektiğini vurgulayan Erkul, “buna öncülük edecek gençler burada sizlersiniz” dedi.

Tarihimizdeki kahraman ecdatlarımızı tanımamız gerektiğini belirten Erkul, “Antep Savunmasını, Çanakkale Destanını yeniden hatırlama zamanıdır. Bunları iyi bilirsek yeni yazılacak destanların yeni kahramanları da bizler oluruz. Bugün silahlarla, toplarla, tüfeklerle değil fikirleriyle, ekonomileriyle, kültürleriyle ülkemize taarruz ediliyorsa bizde kendimizi en iyi şekilde donatmalıyız” diye konuştu.

“Tek birşeye ihtiyacımız var: Kendimize güvenmek”

“Kurtuluşun başlıca çözümü kendine güvenmektir, umutsuz karamsar olmamaktır” diyen Güneş Erkul, emperyal güçlerin ortadoğu ve ortaasya enerji kaynakları üzerinde bir kutuplaşma içinde olduklarını Türkiye’nin de bu büyük savaşta kilit ülke rolünde olduğunu belirtti.

İLK KURŞUN

HİZBULLAH’TAN GÜNEY YEMENLİ BÖLÜCÜ HAREKETLERE SİLAHLAR

İRAN ANALİZ / Yemenli önde gelen bir yetkili el-Vatan’a verdiği demecinde Lübnan Hizbullah örgütünün kapsamlı bir şekilde tüm toplumsal kesimleri kapsayan 18 Mart 2013 tarihinde yapılacak milli uzlaşma konferansını baltalamaya çalıştığını söyledi. Yetkili, hafif ve orta ölçekli silahlarla dolu tırların Hizbullah tarafından güney Yemen’deki ayrılıkçı hareketlere gönderildiği belirtti.

Yemenli yetkili demecinde Hizbullah örgütünün silah transferini Eritre’nin kızıldenizdeki stratejik Aseb iskelesi üzerinden güneydeki bazı ayrılıkçı örgütlere ulaştırdığını söyledi. Güvenlik birimlerinin bu güneydeki bölücü örgütler, Şii husiler ve Hizbullah arasında Beyrut’ta düzenlediği toplantıları takip ettiğini kaydeden yetkili açıklamasında aynı zamanda şunları söyledi:

“Beyrut’taki toplantıya Husilerin askeri lider kadrosu, eski Yemen cumhurbaşkanı Ali Salim el-Beyd ve Hizbin askeri komutanları katıldı. Şubat 2013 ortasında gerçekleştirilen toplantıda esas hedef güneydeki hareketi silahlandırmak idi. Böylece devrim sonrası ülkedeki toplumsal ve siyasi istikrarı sağlama noktasında çok önemli bir dönüm noktası olan Milli Uzlaşma Konferansını baltalamak, burada silahları kullanarak siyasi kazanım elde etmek amaçlanmakta.”

Milli Uzlaşma Konferansına Yemen’deki tüm toplumsal, dini, siyasi ve aşiret temsilcileri katılacak ve ülkenin geleceğini tartışıp karara bağlayacaklar. En önemli gündem maddelerinden bir tanesi de güneyin durumu. 90 öncesi olduğu gibi güneyde bağımsız bir devlet kurulması yönünde azımsanmayacak derecede taleplerin bulunduğu gerçeği de göz önüne alınıyor.

Jeo-politik bir analiz ile Hizbin tavrını değerlendiren Yemenli uzmanlara göre güneydeki ayrılıkçılara verilen destek farklı açılımların planlandığını gösteriyor. Birçok açıdan Tahran’a bağlı uydu bir yapı olan Hizb üzerinden gönderilen bu silahlar ile kuzey ile güney arasındaki irtibatın kopartılması da amaçlanıyor. Bu da İran Devrim Muhafızları komutanlığından gelen talimatlar doğrultusunda yürütülüyor.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken, Ocak ayında yakalanan tonlarca patlayıcı, uzun menzilli füzeler, bombalar, roketler, havan topları, susturucular ve çeşitli silah-mühimmat dolu İran Cihan 1 gemisi ile ilgili soruşturmalar gittikçe derinleşiyor. Konuyla ilgili Yemen’e ulaşan Birleşmiş Milletler özel heyeti de incelemelerini dikkatli şekilde yürüterek tamamladı.

Erdal Sarızeybek : PKK SİLAH OLDU TETİĞİ ÇEKEN İSE AKP HÜ KÜMETİ… /// CC : @E_Sarizeybek @erdalsarizeybek

HaberResim-1832.jpg&width=260

Terörle mücadele bir demokrasi ayıbı değildir!

Soruyorlar, “madem bu işi biliyordunuz, neden terörü siz bitirmediniz” diyorlar. Aynı laflar Başbakan’ın da ağzında: “sen de terörle mücadele ettin, neden bitirmedin o zaman” diyor.

Biz hep dağlardaydık, teröristleri etkisiz hale getirebilmek için hep dağlarda. Biz dağlara hakim olursak ülkemiz terör belasından kurtulur diye çabaladık. Biz dağlarda iken ülkemizi yönetenlerin de bizimle birlikte mücadele ettiğine inanıyorduk. Biz bir Cumhurbaşkanı, bir Başbakan, bir hükümet ve siyaset tarafından sırtımızdan hançerleneceğimizi hiç aklımıza getirmemiştik.

Düşününüz 30 yıldır dağlarda mücadele ediyoruz, 33 bin terörist etkisiz hale getirmişiz, ülkemizi bu beladan kurtarabilmek için 8.600 şehit vermişiz ama dağda hala terörist var. Bu ne demektir biliyor musunuz, biz dağda iken ülkemizi yönetenler eliyle terörist yetiştirilmiş ve dağa çıkarılmış demektir. Böylesi bir ihanet sizin aklınıza gelir miydi?

Terörle mücadele etmek demek, sadece dağdakilerle mücadele etmek değildir. Terör küresel bir katil şebekesidir, bir hükümet “mücadele ediyorum” diyorsa eğer, bu şebekenin tüm yapılarıyla mücadele etmesi gerekmektedir. İşte Türkiye bu noktada kendi yöneticileri eliyle tuzağa düşürülmüştür.

Bu katil şebekesinin yapısı açıktır: başı, yöneticileri, para kaynakları, arşivleri, iç ve dış destekleri. Bu yapı çalıştığı için dağda terörist var, sürekli terörist üretiyor ve bitmiyor.

Bu yapıyı kim çökertecek? Hükümet!

Bakınız şimdi duruma; 33 bin terörist arasında etkisiz hale getirilen bir yönetici dahi yok, çünkü onlar dağda değil yerde. Ya paraları? İsviçre’de ama el koyan yok, donduran yok. Arşivleri? AB-Irak’ta, ele geçirmek için adım atan yok. Avrupa siyasi cephesi çalışıyor, iç desteği çalışıyor hatta kucaklaşıyor ve dış destekleri de bu yapıyı açık açık himaye ediyor.

kw8kl.png

Kim durduracak, yok edecek bu yapıyı? Hükümet. Dağlar askerin ama yerler, yerdekiler hükümetin işi. Hükümetin işini yapmazsa eğer, askerin mücadelesi sonuç vermez, geçmişte de vermedi, şimdi de vermiyor zaten çünkü bu katil şebekesi siyaset eliyle destek ve himaye görüyor.

Günümüzde siyasetin bu katil şebekesine verdiği destek açığa çıkmadı mı zaten, açık açık görüşmeler yapılmıyor mu? Baş katiller televizyonların baş köşesine oturtulmuyor mu, ne arayan var ne yakalayan ne de dava açan!

Bu nedenle “asker terörün bitmesini istemiyor” sözleri birer laftır, işi bilmeyenlerin lafları.

Bu nedenle “siz neden bitiremediniz” gibisinden laflar, siyasetin ihanetini perdelemek için ortaya atılmış propaganda araçlarıdır.

Bizim ülkemizde teröristler artık dağda değil Meclis’tedir ve AKP hükümetinin himayesindedir.

Ve bu suçtur, anayasal suç, adı vatana ihanet olan bir suç!

Şehitlerimizi mezara götüren silah ve cephane PKK terör örgütünün elindedir ama bu silahların tetiğini çeken doğrudan doğruya ülkemizi yönetenlerdir.

İLK KURŞUN

SABAHATTİN ÖNKİBAR : Yalan rüzgârı ile PKK silah bırakmaz /// CC : @sonkibar

Bunlar alemi kör, milleti sersem zannediyor.

Tayyip Erdoğan hala “Şehitlerimizin kemiklerini sızlatacak bir girişimin içinde olmayız” gibi şeyler söylüyor.

Koca bir ülke bir katile kuyruk yapıldı, Başbakan’ın bütün gayreti bunu gizlemek!

Evet koca bir millet ve devlet bir yalan rüzgarına esir edilmiştir.

Öyle çünkü teröre teslim olarak barışa ulaşmak masallarda bile mümkün değildir.

Ne imiş PKK silah bırakacak ve her şey güllük-gülistanlık olacakmış!

Yalan söylüyorlar çünkü PKK asla silah bırakamaz ve bırakmıyor.

Bunun birinci nedeni silah PKK’nın tek sermayesidir.

İkinci sebep bulunulan bölge konjonktürüdür.

Irak fiilen üç parça olmuş ve Suriye’de kargaşa sürerken PKK silah bırakmaz zira böyle bir konjonktür örgütün arayıp da bulamayacağı bir şeydir.

PKK silah bırakmayacağına göre, örgütün esir aldığı birkaç vatandaşın iadesi ve sözde sınırı geçecek birkaç militanla mı barış gelip çözüm olacak!

***

Hidayete Silivri değil, TRT erdiriyor Tayfun!

Yurt gazetesinde yazan Tayfun Talipoğlu, Erbakan için yazılan kitabı konu edip Soner Yalçın’la dalgasını geçiyor ve bu durumu Silivri’de hidayet ermesi şeklinde sunuyor.

Baştan söyleyeyim Soner Yalçın’ı hayatımda bir kez olsun görmedim ve telefonda bile konuşmadım. Dolayısı ile onun avukatı değilim, ancak söz konusu eğer Silivri ise işte o dakikada müdahil olurum zira orada esir tutulanlar benim için çok değerli ki Soner Yalçın da iki yıla yakın orada idi.

Tayfun Talipoğlu’nu biliyorsunuz TRT’den ayda 100 milyar maaş alıp sonra tarafımızca o tezgah bozulunca AKP’ye şakşakçılığı bırakıp Yurt gazetesinde yazı yazmaya başlayan adamdır ki, eğer biz 100 milyar maaş olayını yazmayıp konunun TBMM’ye gelmesine katkı sunmasaydık hala TRT’de ve AKP’nin izinde ve emrinde olacak adamdı!

Şimdi soruyorum Tayfun, senin hidayet çizgi ve sınırın nedir?

Sen ki AKP’den Çankaya Belediye başkan aday adayı idin ve benim her yazıma dava açan AKP’nin en sevdiği bürokrat İbrahim Şahin’in gözbebeğiydin.

Anlayamadığım böyle birine Yurt gazetesinin sahibi olan CHP Maraş Milletvekili Durdu Özpolat’ın neden sahiplendiğidir?

***

Kışla’da Türk-Kürt ayrımı ve Balkan faciası

İki gündür bekliyorum Genelkurmay yalanlamadı.

Birgün gazetesinin birinci sayfadan yedi sütuna duyurduğu habere göre Ağrı 12.Mekanize Tugayı’nda askerler Türkler ve Kürtler diye birbirine girmiş ve yaralananlar olmuş.

Eğer bu haber doğru ise bunun adı ve açılımı TSK’nin fiilen çökmesidir.

Öyle çünkü böyle bir virüs orduya musallat olursa o yapı çürür ve çöker.

Koca bir Balkanların Osmanlı’nın elinden çıkması buna benzer bir rezilliğin sonucudur.

Politize olan ve içinden birbirine düşen Ordu bu ülkeye unutulamayacak bir Balkan faciasını yaşatmıştır.

Uyarıyorum Ağrı’da yaşananlar benzer bir tehlikeyi işaret ediyor.

Peki bunun sorumlusu kim midir?

AKP iktidarıdır çünkü TSK’yı yıllar yılı terör örgütü gibi sunup kuyularda öldürülen Kürtlerin cesedini arayan ve dolayısı ile Kürt kökenli gençlere o kini veren onlardır.

Sadece bu tablo bile AKP zirve kadrolarını Yüce Divan’a götürür!

***

Katilden barış kahramanı yaratma projesi

Dincisi, bölücüsü, neo-liberali herkes seferber!

Adeta durumdan vazife çıkarmışlar ve katkı sunuyorlar.

Görevleri kanlı bir katilden kahraman yaratmak için algı oluşturmak!

Dincisi Öcalan’ın dillendirdiği Hadis-i Şerifi duyuruyor.

Bölücüsü güya barış için yazdığı mektupları!

Taha Akyol gibi neo-liberaller ise Apo’nun okuduğu kitapları yazı konusu yaparak güya onun birikimini yüceltiyor.

Böyle giderse ateist Öcalan’a namaz bile kıldırırlar!

Yapmayın, etmeyin, eylemeyin, katilden kahraman yaratamazsınız!

Dahası, Öcalan’ın derdi barış değil, kendini dışarı atmak!

Üzüldüğüm şey Aydın Doğan ve Turgay Ciner gibi aslında vatansever olan isimlerin böyle bir operasyonda öncü olarak görev üstlenmeleri ve Tayyip-Öcalan koalisyonunda yer tutmalarıdır.

Önceki akşam CNN-Kürt ile Haber Kürt’ü izlediyseniz ne demek isteğimi anlamışsınızdır.

***

Kılıçdaroğlu iki kimlikli diyen CHP’li

CHP’de Sezgin Tanrıkulu ile Bülent Tezcan’ın Genel Başkan önünde yumruk yumruğa kavga etmeleri partide oluşan kaosu teyit ederken dün arayan CHP eski Grup Başkanvekili Kemal

Anadol Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili şu tespiti yaptı:

“-Kılıçdaroğlu Atatürk’e bile nasip olmadığı biçimde oy birliği ile Genel Başkan seçildi ancak kısa bir süre içinde adeta harakiri yaptı.

-Kılıçdaroğlu ile CHP hiçbir önyargı olmaksızın Kürt ve Alevi bir ismi lider olarak bağrına bastı.

-Ancak zaman Kılıçdaroğu’nun aslında iki kimlikli olduğunu gözler önüne serdi.

-Kılıçdaroğlu evinde ve dışarıda farklıdır. Evinde gerçek fikirlerini, dışarıda yapay fikirlerini seslendirir ki bu azınlık psikozudur ve bu durum kendini etnik ya da mezhepsel kıskaçta görenlerde görülür. Kemal Bey maalesef etnik ve mezhepsel taasubu aşabilmiş değil ya da bilinç altında hala o tür şeyler var.”

AYDINLIK

ARAŞTIRMA DOSYASI : PKK’ya Silah Bıraktırmak!

Prof. Dr. Celalettin Yavuz
TÜRKSAM Başkan Yardımcısı / Terör Enstitüsü

Başbakan Erdoğan’ın 3 Şubat 2013’te Çek Cumhuriyeti’ne hareketinden önce, “İmralı Süreci”ne ilişkin ifadelerinden, “İmralı” dediği Öcalan’a pek güvendiği anlaşılmaktadır.

Erdoğan; “Silahlar bıraktırılmadan, silahlar bırakılmadan bizim kesmemiz söz konusu değil. (…) silahlar bırakılacak olursa (…) hatta, ülkemiz içerisindeki teröristlerin ülkemizi terketmeleri halinde de (…) geçmişte yapılanın tam aksine onların güvenlik içerisinde bu ülkeyi terketmesine de imkan hazırlarız. Şuanda da aynı noktadayız. Yeter ki ülkemizin refahına huzuruna adım atalım!” diyerek, Öcalan sürecine büyük ölçüde bel bağlamaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın İmralı süreciyle ilgili bu pozitif beklentileri üzerine, 4 Şubat 2013’te bir Tv kanalının Ankara stüdyosunda konuyu tartıştım. İstanbul’daki “Balıkçı” lakaplı konuşmacı konuyu terörün tasfiyesinden çok, Kürt Meselesi’nin çözümü haline getirdi. Buna itiraz etmemek mümkün değildi. PKK teröristlerinin genelde çıktığı yer dikkate alındığında, Kürtlerin bazı rahatsızlıklarının olduğu doğrudur. Ama AKP hükümetinin izlediği yönteme bakıldığında kabul edilmeyecek gerekçeler vardır.

AKP, Öcalan’ı Nelson Mandela’ya benzetmektir. Buna “Ne olmuş?” denilebilir. Şayet Öcalan, Mandela ise, Türkiye de Güney Afrika Cumhuriyeti demektir. Bu ise kabul edilemez! Soğuk savaş dönemi sonuna kadar Güney Afrika’da yönetime hâkim olanlar bir avuç Hollanda ve İngiltere ağırlıklı beyazlardı. Siyahların neredeyse hiçbir demokratik hakkı yoktu. Yani istilacı Beyazlar, nüfusun açık ara çoğunluğunu oluşturan siyahîlerin hem ülkelerini ele geçirmiş, hem de hayat hakkı tanımıyorlardı.

Soğuk savaş sona erince, ABD ve İngiltere’nin G. Afrika üzerindeki baskısı arttı. Zira bu tip emsal bir ülke kalmamıştı. Bunu bilen siyahîler ayaklanmış, insan hakları ihlalleri tavan yapmıştı. Bu esnada 27 yıldır hapisteki Mandela, Başbakan ve Devlet Başkanına mektupla durumu düzeltebileceğini bildirdi. De Klerk buna kulak verdi ve önemli gelişmeler yaşandı. Mektubun üzerinden 4 yıl geçtikten sonra, 1994’te Mandela devlet başkanı seçildi.

Buraya kadar “bir şey yok!” denebilir. Ama Türkiye’de siyah-beyaz eşitsizliğini andıran bir durum var mı? İyi incelenecek olursa Türkiye’nin işadamları, bol kazanan sanatçıları, sporcuları, devlet adamları, siyasetçileri, hatta mafyavari yapılanma içerisinde, hatta yanlış algılamaların hilafına, MHP dahil her siyasi partide Kürtler vardır. Türkiye’nin en güzel köşelerinde (Boğaz, Marmaris, Bodrum, Antalya, Mersin vb) Kürt vatandaşları görebilirsiniz.

Güney Afrika’da siyahlarla beyazlar arasında ne akrabalık, ne ortaklık, ne arkadaşlık vardı. Lokantaları, otelleri, okulları, otobüsleri, mahalleleri bile ayrıydı. Bizde kendisini Kürt olarak hissedenlerle diğerleri arasında böyle bir ayrım var mıdır? Kültürümüz, geleneklerimiz, eğlencemiz, ağıtlarımız, damak tadımız bile aynıdır! O halde neden suçlanıyoruz?

Tek siyasi muhatap haline getirilen İmralı’daki “Barış Elçisi”, Kürtlerin bütünü mü temsil etmektedir? Öcalan, PKK’ya doğrudan destek veren BDP, KCK ve Demokratik Toplum Kongresi’nin temsilcisi olabilir. Peki, mahalli ya da genel seçimlerde nüfusun %10 oy oranına erişemeyeceği için hülle yapan BDP tüm ülkedeki Kürtlerin acaba %25-30’undan fazla oy alabilmiş midir?

Öcalan’ın Kürtler konusunda “Tek siyasi muhatap” (hatta siyasi lider) olarak kabul edilmesi, acaba BDP’den çok daha fazla Kürt milletvekili çıkaran AKP’de hazmedilebilmekte midir? Hatta bir hayli Kürt milletvekiline sahip CHP neden suskun ya da işbirlikçi gibidir?

Yıllardır “Bebek katili” olarak bilinen birini bir anda barış elçisi yapmak nereden çıktı? Yoksa Öcalan, Mandela gibi Erdoğan’a mektup mu yazdı? O halde süreci belirledi!

PKK’nın silahları bırakması nasıl olacak? Türkiye’nin her yerinde depoları var. Bıraksa bile komşu ülkelerden silah temini sorun yaratmaz. Bunlar bilinmemekte midir? İran, Irak ve Suriye’den alınacak destekle PKK’nın bir bölümü silah bırakmazsa ne olacaktır?

Son Söz: Bir zamanlar Öcalan’ın terör örgütü üzerindeki etkisini kırmak isteyen AKP Hükümeti, herhalde şimdi “Aman bu etki kırılmasın!” diye dua mı edecektir?

Necati Doğru : Eline tespih aldı silahı Karayılan’a bıraktı !

Baş oyuncular kusursuz oynuyor. Dekor etkileyici. Figüranlar, beyaz gömlek giyip kravat takarak rejisörün verdiği rolü eksiksiz yapıyorlar.

Apo’ya tespih götürdüler.

Şimdi enstürman tespihli.

Eline tespih aldı.

Silah’ı Karayılan’a bıraktı.

Ankara’daki baş oyuncu; “silahları gömsünler… Türkiye topraklarından çıkıp gitsinler…” diyecek ve İmralı’daki öbür baş oyuncu da elinde tespih; “yeni Anayasa’yı kimlerin, nasıl yazacağını” anlatacak.

Ne güzel!

Barış geliyor.

Huzur bulsun millet!

Xxx

Filmde daha neler seyredeceğiz!

Büyük rejisör (Bölge Gücü ve dünya gücü); “O, tespihi çeksin. Silahı şimdi sen tut” diye rol verdiği Karayılan’a ve Suriye’deki, İran’daki diğer figüranlara (taşeron) tespihliyi izleyin diyecek.

Ağzına boş bakmayın!

Sözlerine dikkat kesilin.

Doğu ve Güneydoğu’da özerk yönetim kuruluyor mu? Ankara’daki Meclis’in yanına Diyarbakır’da bir yerel meclis de olacak mı? Sadece Doğu’da, Güneydoğu’da değil Türkiye’nin her yerinde “Kürtçe Liseler-Kürtçe Üniversiteler (Anadilde eğitim hakkı bu demek)” açılıyor mu?

İstanbul’da Kürtçe Üniversite!

İzmir’de Kürtçe Lise!

Sakarya’da Kürtçe fakülte!

Çorum’da Kürtçe teknik okul!

Türkiye’nin her yerinde sadece Kürtlerin alış veriş merkezleri, sadece Kürtlerin oturduğu mahalleler, sahipleri Kürt olan fabrikalar. İşçileri Kürt olan işyerleri. Sadece Kürtlerin gittiği sinemalar, ayrı spor sahaları, ayrı camiler, ayrı helal gıda lokantaları kurulmasına gidecek yolun taşlarını döşeyecek olan yeni Anayasa yazılırken; “Türk ve Türk Milleti” sözleri atılıyor mu?

Xxx

Bu filmin yapımcısı olan Dünya ve bölge gücünün istediği tablo; 1919’da buydu. Şimdi gerçek oluyor.

Bu filmin hedefi sadece Doğu Anadolu’yu Türkiye’den koparmak değil Türkiye’nin her şehrinde “Kürtler ayrı-Türkler ayrı bölünmeler yaratmak” ayrışmayı tamamlamak.

Bu bölünme yaratılmıyorsa!

Karayılan silahı bırakmayacak.

Tespihliye bağıracak!

Hain! Bizi TC’ye sattın.

Tespihli de Ankara’ya bağıracak.

Yeni heyet yollayın!

Xxx

Bu yüksek harcamalı, büyük gişe hasılatlı, eski jönler ile eski milli futbolcuları “Türk’e hiç benzemiyorsun, tıpkı Arnavut gibisin” diye dekor olarak kullanıp çekilen bu filmi bir güç var, ancak o bitirebilir.

O güç, ayağa kalkar!

Bağırır:

Yeter! Komedi bitti.

Perdeleri indirin!

O güç Anadolu halkıdır. Mart sonrasına denk gelmesi beklenen “Anayasa Referandumunda” sandıktan çoğunlukla “Hayır” çıkarttığı gün; dünya ve bölge gücü baş rejisör ile onun baş oyuncuları ve “Bize Türk demeyin utanırız” rolüne soyunmuş figüranları (Mandacılar-Gericiler-Bölücüler Cephesi) hayatlarının tokadını yiyecekler.

Tarihi tokat olur!

Kurtuluş savaşı gibi…

KUTU
(uyan borusu)

Kelebeğin rüyası!

Yılmaz Erdoğan’ın senaryosunu yazıp, rejisörlüğünü de yaptığı “Kelebeğin Rüyası” adlı film sinemalarda oynamaya başladı. Çok güzel film; şiirin aşkı destekleyen gücü ile doğanın büyüleyici güzelliğini buluşturup “3 yoksul şairin (Rüştü Onur-Muzaffer Tayyip Uslu- Behçet Necatigil) hayatını anlatılırken” aslında bugün her alanda saldırılan Cumhuriyet’in ne büyük zorluklar içinde “uygarlığı yakalama mücadelesi verdiğini” de sergiliyor. Ben bu filme; 1940’lı yıllarda çocukların lisede nasıl özgürleştirici laik ruhla yetiştirildiğini, Zonguldak madenlerinde işçilerin bitten kurtarılması için nelere katlanmak zorunda kalındığını ve verem mikrobunun kökünün kazınması için nasıl bir seferberlik başlatıldığını görmek için ikinci kez de giderim.

SÖZCÜ

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.