Etiket arşivi: MK-Ultra

/// DUYURU /// MK ULTRA konusunda 13. Ağır Ceza Mahkemesinde soruşturma başlattık. ////

Merhaba;

Zihin Kontrolü & MK ULTRA konusunda Türkiye’deki en uzman grup biziz.

Öncelikli hedefimiz ilk etapta Türkiye’de daha ileriki zamanlarda da Dünya üzerinde bu teknolojinin mağduru olmuş vatandaşlarımıza yada mağduru olduğunu iddia edenlere;

1. Gerekli Tıbbi desteği,

2. Gerekli Hukuki desteği,

3. Gerekli Adli/Polis desteği ,

Sağlamaktır.

Türkiye’de ZİHİN KONTROLÜ yada diğer adları ile TELEGRAM yada MK ULTRA PROJESİ’ni dava dosyası haline getiren ve Ergenekon Mahkemesine sunan İLK VE TEK grup biziz. İlk defa sayemizde bir Ağır Ceza Mahkemesi (13. Ağır Ceza Mahkemesi) bizim girişimlerimizle ve verdiğimiz delillerle bu konuda bir soruşturma yapıyor.

CIA’den temin edilen bir takım resmi belgelere varıncaya kadar Mahkemeye 1 TERABYTE’lık dökümanter sunduk. Buna aşağıda yardımcı olduğumuz H.K. ve L.Ö. isimli mağdurların delilleri de dahildir.

Aşağıda bu mağdurların tarafımızdan alınan ifadelerinin görüntüleri var. Yukarıda da söylediğimiz gibi Türkiye’de bu konuda en uzman grup biziz. Ve bize başvuran ve gerçekten MK ULTRA MAĞDURU olduğuna inandığımız her vatandaşımıza ücretsiz olarak yardımcı oluyoruz.

Ama önce tüm mağdurların bize inanması gerekir. Bizim dışımızda MK ULTRA mağdurlarına el verecek, layıkıyla dinleyecek başka bir muhatabı maalesef Türkiye’de bulamazsınız. Bu tecrübeyle sabittir.

Çünkü mağdurlar devlet otoritesinden hem korkarlar, hem de ellerinden bir şey gelmez.

Ama bizim elimiz her yere uzanır, ve hiçbir şeyden korkmuyoruz.

Aşağıdaki linkleri bir inceleyin.

İLGİLİ LİNKLER :

YARDIM İÇİN GÖNDERDİĞİMİZ MESAJ (TIKLAYIN)

YARDIMCI OLDUĞUMUZ H.K. İSİMLİ MAĞDUR (TIKLAYIN)

YARDIMCI OLDUĞUMUZ L.Ö. İSİMLİ MAĞDUR (TIKLAYIN)

ÜYELERLE PAYLAŞTIĞIMIZ ZİHİN KONTROLÜ & MK ULTRA İLE İLGİLİ BELGE VE VİDEOLAR (TIKLAYIN)

Soruşturma şu an devam ediyor.

Şimdi yeni delilleri topluyoruz. Bunları da yine soruşturma için heyete teslim edeceğiz.

Hoşça kalın,

ÖZEL BÜRO & MK ULTRA Araştırmaları

ARAŞTIRMA DOSYASI : MK-ULTRA & ZİHİN KONTROLÜ HAKKINDA DÖKÜMANTER /// MIND CONTROL DOCUMENTS /// @mumt azidil

MK-ULTRA (PDF DÖKÜMANLARI)

BURADAN İNDİRİN …

https://www.box.com/s/7ad31628292f70a8b87f

TAVISTOCK INSTITUTE MK-ULTRA FAALİYETLERİ

BURADAN İNDİRİN …

https://www.box.com/s/f117ccab9062e2580fd9

ZİHİN KONTROLÜ İLE İLGİLİ BELGELER

BURADAN İNDİRİN …

https://www.box.com/s/499e091d87f1bace7351

MK-ULTRA İLE İLGİLİ BELGELER

https://www.box.com/s/e223aac5a29964efcf49

ARAŞTIRMA DOSYASI : “BİLMEYENLER İÇİN” ZİHİN KONTROLÜ /// MK ULTRA /// MIND CONTROL

"İnsan vücudu elektrokimyasal bir düzendir ve bu düzeni etkileyebilecek düzenekler üretilmiştir. Bu düzenek insan beynindeki elektromanyetik dalgaların özgür akışını kesintiye uğratabilir ve bu yolla insan davranışları değiştirilebilir. Belli bir zaman içinde insan biyorobot düzeyine indirilebilir.

Mikroway News Dergisi’nin Editörü Luis Slizen

Bir bilgisayar, herhangi bir insanın beyin etkinliğini çözümleyerek ekrana yansıtabilir, aynı zamanda beyin etkinliğini etkileyecek ve kontrol edecek dalgalar gönderebilir.

Geçmişte, bu amaçla insanların kafalarına elektrotlar yerleştirilerek deneyler yapılmıştır. 1960’larda hayvanlar üzerinde yapılan “radyo sinyalleri ile yönlendirme deneyleri” sonradan psikologlar tarafından Vietnam askerlerine uygulanmıştır. Esir askerlerin kafatasına elektrotlar yerleştirilmiş, sonra ellerine bıçaklar verilmiş ve birbirini öldürmeye yönlendirilmişlerdir.

Yıllar önce başlayan zihin kontrolüyle ilgili bu tür araştırmalar ve deneyler ara vermeden bugüne kadar ulaşmıştır. Ancak bu kaba yöntemler, yerini artık daha ince yöntemlere bırakmıştır; günümüzde her şey kablosuz olarak gerçekleştirilebilmektedir.

Beyin, Çok Yönlü Bir Kontrol Merkezidir

Beyin bütün vücut sistemlerini yönetir ve aralarında işbirliği sağlar. Tüm zihinsel faaliyetler, düşünceler, duygular, fiziksel duyular ve hareketler kendilerine özgü titreşimlere sahiptir. Beş duyu organımızla algıladığımız her şey belirli bir beyin etkinliği oluşturur. Bütün hastalıklar, davranışlar, düşünceler, duygular ve algılamalar da kendine özgü dalga boyuna ve titreşime sahiptir.

Söylediğimiz her kelime ve aklımızdan geçirdiğimiz her düşünce beynimizde kendi titreşim dalgasını şekillendirir. Çevremizde konuşulan her sözcüğün dalgaları beynimize kendi titreşimi ile gelir ve tercihimize göre reddedilir veya yerleşebilir. Hipnoz, anestezi, bayılma, ağrı veya korku anında ise beyin, o sırada çevrede söylenen kelimelerin dalgalarına kontrolsüz olarak açık durumdadır. Bu sebeple insan beynini yönlendirmenin en basit şekli ameliyat sürecinde beyne yerleştirilen programlardır. Anestezi de bir nevi hipnozdur, hatta hipnozdan daha büyük etkiye sahiptir. Çünkü ameliyata alınan insan bayılma, ağrı ve korkuyu aynı anda yaşar. Ameliyat sırasında söylenen her kelime beyne yerleşerek bilgisayar yazılımı gibi çalışır. Bu yazılımların sayısı ve niteliği tamamen ameliyathanede bulunanların ahlakına, konuşmalarına ve konuştukları konuya bağlıdır. Onun için gelişmiş ülkelerde ameliyat sırasında konuşmak yasaklanmıştır.

25. Kare

Sinema, televizyon veya reklam filmleri ya da her türlü televizyon programı 24 kare resmin bir saniye içinde ardarda gelmesiyle hareketli hale gelir. İnsan gözü ardarda gelen bu 24 kareyi algılarken, bunların arkasına yerleştirilen 25. kareyi algılayamaz. İnsan, algıladığı kareler hakkında yorum yapabilir, ondan etkilenip etkilenmemeyi seçebilir. İnsan gözünün algılayamadığı 25. kare ise kontrolsüz olarak beyne gider ve insan bilincine yerleşir. 25. kare genellikle yazı şeklindedir ve bu efekt “algılama dışı uyarıcı” olarak da isimlendirilir.

25. kare program yapımcıları tarafından insanları yönlendirmede kullanılabilir. 25. kare ile insanları, herhangi bir fikre veya eyleme, belli bir adaya oy vermeye, bir ürüne bağımlılığa ya da başka bir amaç doğrultusunda yönlendirerek beyinleri yönetmek olasıdır. Ayrıca dil öğrenme programlarında da yaygın olarak kullanılır.

25. kare prensibi ses dalgaları aracılığı ile teyp, CD çalar, radyo gibi sesli cihazlarda da kullanılır. 20. yüzyılda insan davranışlarını kontrol etmede en cazip yöntem haline gelen bu
yöntemin temelinde insanın bilinçaltına etki etmek etmek vardır.

Özel kodla şifrelenen ses kasetleri, radyo ve televizyon aracılığıyla insanlara herhangi bir emir verilebilir ve onların bu emir çerçevesinde hareket etmesi sağlanabilir. Kişi, kasetten veya CD’den, herhangi birşey dinlerken veya televizyon seyrederken, seslerde ve görüntülerde tehlikeli bir buyruk gizlenmişse, bunun bilinçaltına indiğini farkedemez.

Zihin Kontrolünde Renk, Ses ve Şekillerin Birlikte Kullanılması

Renklerin insan psikolojisinde ne kadar etkili olduğu yıllardır bilinmektedir. Örneğin kırmızı, turuncu ve sarının uyarıcı, mavi ve morun sakinleştirici, yeşilin ise uyum sağlayıcı etkileri vardır. Renklerin, seslerin ve şekillerin tek tek veya birlikte, belli bir düzende, belli bir sırayla ve hızla hareket ettirilmesiyle insanların, özellikle çocukların beynini kontrol altına almak olasıdır. Bu prensiple renkli lekeler, sesler ve geometrik şekiller 25. kareye yerleştirilerek “V-666” virüsü üretilmiştir. 666, Hristiyanlıkta “antichrist” yani “deccal”i sembolize eder.

Bu virüs bilgisayar kullanıcısına çok büyük bir kuvvetle etki edebilir. İlk önce belli bir amaçla düzenlenmiş renk lekeleri ki bunlar şekiller içine yerleştirildiği zaman daha da etkili olabilir, sesler ve görüntüler kullanıcıyı etkisi altına alır. Sonra şekillerin ve renklerin programlanan düzene göre değiştirilmesi kalp ritmini ve tansiyonu kontrol altına alır, hastalığa hatta ölüme götürebilir. 1999 yılında sadece Rusya’da, bilgisayar kullanıcıları arasında bu şekilde gerçekleşen, 46 ölüm vakası tesbit edilmiştir.

Japonya’da 1 Aralık 1997’de “Pokemon” çizgi filmini izleyen 700 çocuk epilepsi ( Sara ) nöbetleri ile hastahaneye götürülmüştür. Bu “televizyon salgını”na, kırmızı ışığın saniyede 10 ila 3030 defa kesintiler halinde verilmesi yol açmıştır.

Kesintiler halinde hızla geçen kırmızı ışık ilk önce beyin damarlarında spazm, sonra da bayılma, kasılma ve boğulma hissine sebep olmuştur.

Bu tür efektler vasıtasıyla “psikotron" silahlar üretilmekte, televizyon ekranı ve bilgisayar monitörü aracılığıyla kullanılmaktadır.

Psikolojik Savaşta Müzik-Koku İkilisinin Kullanımı

İnsanın sinir sistemi elektro-kimyasal sinyallerle çalışır. Bu sebepten beynin düşüncesini yöneten ve etkileyen elektro-kimyasal sinyallerin üretiminde, besinler, su ve solunum yoluyla vücuda alınan ve beyne ulaşan maddeler çok önemlidir. İnsan bedenini, aklını ve ruhunu etkilemek için bir takım ayinler, yiyecekler, içecekler ve kokular ezelden bugüne kadar kullanılmıştır ve bugünden ebede kadar da kullanılacaktır.

Dikkat ettiyseniz bugünkü uçaklarda müşteriler kokulu müziklerle karşılanıyor. Bu garip müzik ve koku dağıtımı sinemalarda, asansörlerde, otobüslerde ve büyük mağazalarda da kullanılmaya başlamıştır. Bu, küreselleşen dünyanın bir nimeti ve konforun bir parçası şeklinde sunulmaktadır. Fakat müzik-koku ikilisinin psikolojik savaş silahlarından biri olduğunu çok az kişi bilmektedir. Bu olguya “psikotropik etki” denmektedir. Psikotropik etki, tıbbi ilaç ve katkı maddeleri vasıtasıyla insan psikolojisini etkileyerek, ona
yapmak istemediği eylemi yaptırmaktır.

Kimyasal maddelerin yiyecek endüstrisinde yoğun bir şekilde kullanımı 1940’larda başlamıştır. O zamanlar çoğu doğal kaynaklı olan kimyasal maddelerin kullanım miktarı kısa sürede dünya çapında yılda 7 milyon tona kadar ulaşmıştır. O zaman bir kaç bin çeşit kimyasal madde kullanılmaktaydı. Bugün ise milyonlarca ton ve yaklaşık 100 000 çeşit kimyasal madde, ilaç, gıda katkı maddesi, kozmetik, vücut bakım ürünleri, temizlik malzemeleri, tarım ilacı endüstrisinde kullanılmakta ve bu sayı her geçen yıl artmaktadır. Katkı maddelerinin yoğun kullanımından insanların aklı ve beden-ruh sağlığı negatif yönde etkilenmektedir. Bu grup etki maddeleri arasında kokuların özel bir rolü vardır. Kokular, insan ruhunu ve psikolojisini güçlü şekilde etkileyen ögelerdir. Amerikalı psikiatrist A. Hirsh belli bir kokunun insanı belli bir tavır ve eyleme yönlendirebildiğini ispatlamıştır: Bazı mağazalarda belli bir koku yayıldığında mal satışının yüksek seviyelere ulaştığı ve bazı kokular koklandığında hızla kilo verilebildiği görülmüştür. Bu arada yapılan klinik araştırmalar sonucunda lavanta, papatya, limon ve sandal ağacı kokularının en güçlü antidepresanlardan daha etkili olabildiği; yasemin, gül, nane ve karanfil kokularının ise insan beynini en sert kahveden bile fazla etkilediği ortaya çıkmıştır.

Günümüzde ruhi gerginlikleri artıran veya ruhsal sıkıntıları çözen, cinsel istek veya isteksizlikleri arttıran, duygusallığı güçlendiren, dişiliği kuvvetlendiren, insanın manevi dengesini bozan, insanda korku halleri doğuran, saldırganlığı artıran veya azaltan çeşitli kokular üretilmeye başlanmıştır.

Bu kokular insan davranışlarını kontrol altında tutmak için kullanılmaktadır.

İnsan beyninde kokulara ait bilgilerin saklandığı bir hafıza merkezi olduğu ancak onların beyin tarafından denetiminin olası olmadığı savı söylenilegelmektedir. “Bu yüzden kokular insan psikolojisinin en zayıf noktasıdır ve psikolojik savaşta kullanıma elverişlidir” denilmektedir.

Psikotronik ve Psikotropik Teknoloji

İnsan ruhunun çağımızdaki diğer bir düşmanı ise “psikotronik etki”dir. Psikotronik etki, parapsikolojik ve duyu ötesi (ekstrasensör) etkilerin diğer bir adıdır.

Psikotronik etkinin en basit kullanımı hipnozcu ve ekstrasenslerin müşterilerine uyguladığı “seanslar”dır.

Sovyetler Birliği yıkılmadan önce Taşkent’te çeşitli kâhin, şaman, hipnozcu, medyum ve ekstrasenslerin faaliyetlerini incelemek için bilimsel merkezler kurulmuştu. Bu merkezlerin ilgisini çeken esas şey bu insanların beyinleri tarafından üretilip yayılan elektromanyetik dalgaların (biyolokasyon) müşterilerinin beyinlerini nasıl yönlendirebildiği olmuştur. Araştırmalar sonucunda şamanın, kullandığı davul sesinin dalgaları ile tedavi ettiği kişinin beyin dalgaları arasında bir uyum oluşturduğu ve bu sırada dua okuyarak onun beynine istediği emirleri yerleştirdiği gözlenmiştir. Çağımızda bu olaya “nerolinguistik programlama" denilmektedir.

Nerolinguistik programlama metodları kullanımının en yaygın örneklerini, distribütör yetiştirme merkezlerinde, rap müziğinde, reklamlarda, pek çok filmde ve televizyon programında görmek mümkündür.

Diğer yandan Ruslar ve Amerikalılar uzaydan yere doğru holografik tasvir transferi gibi ilginç bir proje geliştirmişlerdir. Bu holografik resimler 100-150 kilometre çapında belli bir alan üzerinde görüntülenmekte ve belli amaçlara hizmet etmektedir. Nitekim, 1 şubat 1993’te Somali’de, Amerikan piyadeleri üzerine 150 metrekare büyüklüğündeki çok canlı ve gerçekçi bir İsa görüntüsü yansıtılmıştır. Askerler bundan güçlü bir şekilde etkilenmiş ve diz çökerek ağlamaya başlamışlardır.

Rusyalı eksperlerin fikrine göre bu tür psikotron silahlar, Amerikan ordusunun “barış misyonu!” ile bulunduğu ülkelerde kullanılabilir. Örneğin, Irak veya başka bir işgal altındaki ülkede, direnişçilere savaşmaktan vazgeçmelerini telkin eden şehitlerin holografik görüntüleri gökyüzünü sarabilir.

Bilim adamlarına göre, psikotronik ve psikotropik teknoloji, atom bombasından daha tehlikelidir. Onlara göre bu teknoloji, insanlardan her emri yerine getiren “zombiler üretme teknolojisi”dir. Bu, sadece bir kişiye ya da küçük bir gruba değil, bir etnik gruba veya bir topluma karşı kullanılabilecek çapta bir teknolojidir.

Bu tür güçlü etkiler altında dahi, katil olmayan, öldürmez, yalancı olmayan yalan söyleyemez, hain olmayan ihanet edemez, terbiyeli insan küfredemez.

Nanoteknoloji ile Zihin Kontrolü

Nanoteknoloji ve gen teknolojisi ürünü yeni katkı maddeleri ve tıbbi ilaçlar.

Nanoparçacıklar: Maddenin atomik-moleküler boyutta mühendisliğinin yapılarak yepyeni özelliklerinin açığa çıkarılması ile oluşan madde parçacıklarıdır. Altın gibi değerli bir madenin bile nanoparçacık hale geldiğinde tehlikeli bir kimyasal katalizöre dönüştüğü ortaya çıkmıştır.

Titanyumdioksit (Ti02): Dünyada en sık kullanılan mineraldir ve nanoteknolojide kullanılan üç ana maddeden biridir. Titanyumdioksit nanoparçacıklarının atom yapısı değiştirilerek, görülebilen ışık huzmesine olan tepkisi “yeniden inşa” edilmiştir. Işığın (foton) titanyumdioksit nanoparçacığına düşmesiyle birlikte, organik madde, kimyasal reaksiyon sonucu parçalanmaya başlar. Bu yapay fotosentez, bitkilerde gerçekleşen fotosenteze benzer. Fotosentez, karbondioksit ve suyun, ışığın da etkisi ile organik madde yani besin üretmesidir.
Ancak, titanyumdioksit, bitkilerden farklı olarak, organik maddeleri parçalayarak karbondioksit ve suya ayrıştırır, yani tam tersi. Bunun anlamı, titanyumdioksit nanoparçacıkların, herhangi bir organik madde ya da canlı hücreye teması halinde, canlı dokunun, özellikle proteinin parçalanmasına ve proteinin fonksiyonunun değişmesine neden olan kimyasal reaksiyonu başlatabilecek korkunç bir yetenekte olduklarıdır.

Türkiye’de artık bütün duvar boyaları nanoteknoloji yöntemiyle ve özellikle titanyumdioksit nanoparçaçıklar ile üretilmektedir. Şu anda Türkiye’de nanoparçacıklar bütün ilaçlarda, ambalajlı hazır yiyecek ve içeceklerde, tuzda, şekerde ve unda koruyucu, beyazlatıcı veya nem tutucu olarak kullanılmakta. Ayrıca kendi kendini temizleyen kumaş ve giysiler üretilmektedir.

Nanoparçacıkların Canlı Organizmalara Etkisi

Nanoparçacıkların canlı organizmayı nasıl etkilediğini araştırmak amacıyla yapılan deneylerde kobay olarak fareler kullanıldı. Fareler bir kaç hafta boyunca havası, volfram ve kobalt nanoparçacıkları ile kirletilmiş bir bölmede tutuldu. Bilim adamları bu farelerin organizmasına karışan nanoparçacıkların organizmayı hiç bir şekilde terketmediğini ve organlarda çökelti olarak biriktiğini tespit etti.

Nanoparçacıklar canlı hücrenin yapısına nüfuz edebilme ve bunun sonucunda da genleri mutasyona sokma yeteneğine sahiptir. Ayrıca nanoparçacıkların bulunduğu ortamın solunmasının ciğerlere büyük hasar verdiği tespit edilmiştir.

Terliksiler (dafniya) ve balıklar üzerinde yapılan başka araştırmalarda ise bunların yaşadığı akvaryuma karbon nanoparçacıkları katılmış. İki gün sonra akvaryumdaki terliksiler hızla ölmeye başlamış, kobay balıkların ise beyin hücrelerinde hasarlar tesbit edilmiş.

Nanoparçacıkların canlı organizmalar üzerindeki etkisini inceleyen deneyler Türkiye’de karbon nanoparçacıkların suya katılmasıyla devam etmektedir. Ancak karbon nanoparçaçıklar
artık terliksilerin suyuna değil, insanların içtiği içme suyuna katılmaktadır.

Günümüzde Nanoteknoloji en geniş şekliyle tıpta kullanılmak üzere geliştirilmektedir. Bugün nanoteknoloji ve gen teknolojisi metodlarıyla sentetik hormon, enzim, vitamin, aminoasit gibi pek çok yeni ilaç üretilmektedir. İlaçlarla, yiyecek ve içeceklerle, tuzla ve suyla insan organizmasına giren nanoparçacıkların, insan vücudunda ne gibi kimyasal reaksiyonlara sebep olabileceği henüz bilinmiyor. Uzmanlara göre sentetik nano ilaçların vereceği fizyolojik zararların tespiti imkansızdır. Belli bir süreçte bağışıklık sistemlerinin farklı özelliklerine göre herkeste farklı fizyolojik tahribatlar ortaya çıkacak, tehlikenin büyüklüğü anlaşıldığında ise iş işten geçmiş olacaktır.

Psikolojik savaş ustaları insan ruhunu rehin alma stratejisini çoktan yürürlüğe koymuştur. Biz artık görünmez bir savaşın tam ortasında yaşıyoruz. Bugün ilaç, gıda, müzik, sinema, psikotronik ve psikotropik silah endüstrisinin, gen teknolojisinin ve son olarak nanoteknolojinin insanlığı vahim bir sona doğru hızla sürüklediği çok açıktır.

Uzaktan zihin kontrolü sınırsız bir alandır. Görüntüleme cihazlarıyla, uydudan takip ile yapılan beyin taraması süperbilgisayarlarda bir araya getirilerek insan davranışları, tüm yönleriyle, uzaktan idare edilebilir.

Yapay uzuvlara sahip insanlar, beyinlerine yerleştirilen bir tuz tanesi büyüklüğündeki mikroçip sayesinde robot kollarını ve bacaklarını hareket ettirebilmektedir ve bu mikroçip, o kişiyi uzaktan yönetmek için yeterlidir. Ancak mikroçip olmasa bile, beyne mikrodalgalar ve dijital dalgalar iletmek mümkündür.

Şu anda cep telefonları ve arabalar sürekli olarak izlenmektedir. Uluslararası büyük firmalardan satın alınan eşyalar ve giysiler RFID (Radyo Frekans Kimliği) çipleri taşımakta ve böylelikle takip edilebilmektedir. İleride, nüfus cüzdanları da RFID çipleri taşıyacaktır. Çiplere nanomoleküller ile bir nanotüp yerleştirilebilir,
gerektiği zaman bu tüp hareke geçirilebilir, bu tüpün içeriği vücuda enjekte edilebilir veya planlanan herhangi bir şekilde kullanılabilir. Yani araba kullanmasak ya da cep telefonu taşımasak da yerimiz tespit edilebilir, üzerimizde taşıdığımız nanotüp uydudan veya bir bilgisayardan yönlendirilebilir ve gerektiğinde kullanılabilir. Örneğin bugün herhangi birine ait cep telefonunun radyasyonunun yükseltilmesi, ölümcül bir seviyeye getirilmesi mümkündür.

Bir insanın parmak izi, avuç içi, göz irisi, yüzü, retina tabakası, el yazısı, yürüyüş ve yüz ifadesinin özelliklerinin, kapalı devre kamera sistemleri ve diğer yöntemlerle biyoölçümleri alınır ve biyoölçüm tanımlama sistemlerine aktarılabilir. Bu şekilde o insanın hastalıkları, zayıf noktaları, hafızasındaki gizli kayıtlar ve ruh hali belirlenebilir.

Nanoteknoloji, Zihin Kontrolünde Gelinen Son Aşama

Bu aşamada insan biyorobot düzeyine indirilebilir.

DNA molekülleri baz alınarak, bir Bio-Nanoteknolojik anahtar olan “Nanoactuator” geliştirilmiştir. Saç teli kalınlığının binde biri kadar olan nanoactuator temelde, mikroçipin minyatür bir kanalına bağlanan DNA molekülü ipliğidir ve canlı hücrelerin ürettiği doğal enerjiyi kullanarak çalışır. O anda meydana gelen elektronik sinyaller direkt olarak bilgisayara aktarılabilmekte, böylece canlı biyolojik sistemler dünyası ile bilgisayar dünyası arasında doğrudan bağlantı kurulabilmektedir. Nanoactuator aynı zamanda organizmalar arasında bağlantı kurmak için de kullanılabilir. Bu mikroçipin her dokuya, özellikle beyin dokusuna yerleştirilmesi mümkündür.

Bu şekilde, bilgisayardan gelen sinyaller doğrultusunda beyin kontrol altına alınabilir. Nano-nöro-bilgisayardan beyne yerleştirilen mikroçipe gelen sinyaller beyne bir takım resimler, sesler, objeler, kokular ileterek ona programlar yükleyebilir. Böylece istekler, duygular, sevinçler ve üzüntüler, insanın yapması veya yapmaması istenenler nano-bilgisayarlar tarafından yönlendirilebilir. Ve tamamen farklı, yapay bir zihin inşa edilebilir.

Küçücük, birkaç molekül büyüklüğündeki nanoaktuatorlar tuza, suya, una veya herhangi bir yiyeceğe katkı maddesi olarak katılabilir veya solunan havaya serpilebilir. Sindirim veya solunum yoluyla gelen bu nanoparçacıklar vücudumuzu dolduracak, vücudun her yerine yerleşebilecekler.

Nano-robotlar Hastalıkları Tedavi Edebilecek

İnsan vücudundaki hücreler, nanorobot ve nanostrürktürler vasıtasıyla moleküler seviyede takip edilecek, kontrol edilecek ve düzeltilebilecekler. Nanorobotlar hücreleri düzeltme veya yeniden inşa etme yeteneğine sahip olacaklar. Mesela, insanda erken skleroz başladıysa, vücudundaki nanorobotlar hastalığın yerleştiği bölgeyi bulacak, hasta hücreleri ve damarlarındaki birikintiyi mekanik ve kimyasal yöntemlerle derhal temizleyecekler. Herhangi bir genetik hastalığı varsa, nanorobotlar hastalık ile bağlantılı geni tespit ederek, kesip atacak ve yerine yapay “sağlıklı” bir gen yerleştirecekler. Ya da insan yaşlanmaya başladığında nanorobotlar bedeninin tümünü kapsayacak bir çerçevede her hücreyi atom seviyesinde düzelterek gençlik çağına geri döndürebilecekler. Ve insan her zaman 20-30 yaşında görünecek.

Binlerce Yıl Önce Ölmüş Varlıklar Diriltilebilecek

Ameliyatlar organlarda değil moleküler seviyede yapılacak ve insan fiilen ölümsüz olacak. Şayet vücudundaki robotlar hastalığına çözüm getiremezse, robotlar yeraltında ya da uzayda bulunan “Merkezi Tıp Bilgisayarı”na ulaşarak ondan yardım isteyecekler. Merkezi Tıp Bilgisayarı ise bütün sağlık problemlerine çözüm bulabilecek kapasitede olacak. Hatta kriyonik metot ile yıllar önce dondurulan insanların hücreleri milyonlarca nanorobot tarafından onarılacak ve diriltilecek. Bu şekilde binlerce yıl önce ölmüş fakat cesedi bir şekilde korunarak tamamen çürümemiş varlıklara, bitki, mikrop, sinek, böcek, balık, hayvan veya insanlara yeniden hayat verilecek.

Bütün İnsanların Beyinleri Tek Beyin Haline Gelecek

İnsan vücudundaki fizyolojik işlemleri ve kişisel iradeyi elde tutabilen bu nanobilgisayarın en geç 2050 yılına doğru üretilmesi planlanmıştır. Ancak, nanobilgisayarı ilk üreten olmak için gelişmiş ülkeler arasındaki yarış sürmektedir. Dolayısıyla bu nanobilgisayar planlanan tarihten çok daha önce üretilecektir. Çünkü bu bilgisayara ilk hangi ülke sahip olursa “belirli bir insan”ın beynini bilgisayara yükleyecek ve vücutlarına birer alıcı niteliğindeki nanoparçacıklar yerleştirilerek, önceden hazırlanmış olan bütün insanların beyinlerini bu bilgisayarla yönetecek. Böylece bütün insanların beyinleri tek beyin haline gelecek.

Bütün dünyayı saracak olan, bir kaç molekül büyüklüğündeki nanorobotlar, kendi kendilerine hızlı bir şekilde çoğalabilecekler. Herhangi bir organik veya inorganik maddeyi atomlarına kadar çözebilecekler. Sonra da bu atomlardan yeni bir madde veya istenilen herhangi bir eşyayı, hemen hemen herşeyi yeniden inşa edebilecekler. Nanorobotlar insan sesi veya düşüncesi ile yönetilecekler.

VİDEO : MK ULTRA – Controllo Mentale delle Masse (İTALYANCA)

VİDEO LİNK :

VİDEO : CIA Mind Control Operation /// MK ULTRA

VİDEO LİNK :

http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=2t-L26MjwRo

MK-ULTRA was the code name for a secret CIA mind control program, begun in 1953, under Director Allen Dulles. Its purpose was multifold, including to perfect a truth drug for interrogating suspected Soviet spies during the Cold War. It followed earlier WW II hypnosis, primitive drugs research, and the US Navy’s Project Chatter, explained by its Bureau of Medicine and Surgery in response to a Freedom of Information Act (FOIA) request as follows:

It began “in the fall of 1947 focusing on the identification and testing of drugs (LSD and others) in interrogations and the recruitment of agents. The research included laboratory experiments on both animal and human subjects. The program ended shortly after the Korean War in 1953.”

It was run under the direction of Dr. Charles Savage of the Naval Medical Research Institute, Bethesda, MD from 1947 – 1953, after which CIA’s Office of Scientific Intelligence continued it under the name Project Bluebird, its first mind control program to:

– learn how to condition subjects to withstand information from being extracted from them by known means;

– develop interrogation methods to exert control;

– develop memory enhancement techniques; and

– establish ways to prevent hostile control of Agency personnel.

In 1951, it was renamed Project Artichoke, then MK-ULTRA under Deputy CIA Director Richard Helms in 1953. It aimed to control human behavior through psychedelic and hallucinogenic drugs, electroshock, radiation, graphology, paramilitary techniques, and psychological/sociological/anthropologic­al methods, among others – a vast open-field of mind experimentation trying anything that might work, legal or otherwise on willing and unwitting subjects.

Ongoing at different times were 149 sub-projects in 80 US and Canadian universities, medical centers and three prisons, involving 185 researchers, 15 foundations and numerous drug companies. Everything was top secret, and most records later destroyed, yet FOIA suits salvaged thousands of pages with documented evidence of the horrific experiments and their effects on human subjects.

VİDEO : CIA Mind Control Experiments /// MK-ULTRA Documentary

VİDEO LİNK :

VİDEO : Covert US. Destabilization in Effect – Mind Control, Stasi Tactics, MK-Ultra, Organized Stalking…

VİDEO LİNK :

VİDEO : Midnight Climax. LSD, CIA Mind Control, MK Ultra /// Dr. Colin Ross & Corrina Rachel

VİDEO LİNK :

VİDEO : CIA Mind Control Secrets MK Ultra & Brainwashing Interview /// Dr. Colin Ross & Corrina Rachel

VİDEO LİNK :

Project MK-ULTRA” The CIA’s Search for The Perfect Assassin “The Manchurian Candidate”

Project MK-ULTRA, or MKULTRA, was the code name for a covert CIA Mind-Control and Chemical Interrogation Research Program consisting of MK ULTRA and some 149 subprojects, which in turn each had multiple subprojects. MK ULTRA was a pass through program through which all extremely sensitive and mostly illegal CIA programs were funded. It was run by the Office of Scientific Intelligence under the control of the CIA from the mid 1940’s on. A third generation of this program is being carried on today.

The program “unofficially” began during the Second World War. ”Officially” it began in the early 1950s, under President Eisenhower and CIA Director Allen Dulles. The broad reach of the various programs under the MK umbrella, which continue today, extend to a search for the “Manchurian Candidate”, CIA’s dream of the perfect assassin, an agent whose capacity as such was not even known to themselves.

MKULTRA sought to find this Manchurian Candidate using hypnosis and mind bending techniques consisting of sleep deprivation, electro shock, lobotomy, extreme fear, and brain-washing coupled with psychedelic drugs such as LSD.

In search of the perfect assassin the CIA opened a brothel and used prostitutes, on their payroll, to entrap men who unsuspecting were given doses of LSD and were filmed having sex with these CIA employees, they were then blackmailed by the CIA to insure their future co-operation.

At the end of WW2, we imported to the US Nazi doctors and scientists, who participated in biological and chemical research experiments for NAZI Germany. Using these doctors and their protocol, documents retrieved from the Auschwitz Camp, the CIA continued their experiments on children, which included such programs as Ionized Radiation, infecting the children with Hepatitis, Nasal Radium Irradiation, and testing new drugs such as NeoBazine. Neither the children nor their parents were advised of these invasive experiments and there was NO consent.

The original theory of the scientist and doctors who participated in these various programs was that an individual could be controlled through hypnosis and extreme sensory disassociation, programmed to kill and through a programmed amnesia not recall the programming of his mind or the Agency involvement.

Children were used in these experiments in an effort to separate their psyche into multiple personalities through rape and other fear tactics. Many documented cases have shown that the Agency was successful in creating multiple personalities in this manner with children ranging from 3 years of age through the teen years. In some instances the younger children were raped by their own parent.

The program has taken many turns and evolved over the past several decades, changing names, and remaining top secret. It has evolved today to a psy-ops project, where individuals working with the CIA attempt to assassinate double agents and foreign dignitaries with nothing more than their minds. This program in its current phase is an extension of the Remote Viewing Project which itself evolved from ESP research which in turn evolved from the MK ULTRA umbrella of projects.

By the very nature of the experiments, evidence suggests that MK ULTRA had begun during the 1940’s under George Estabrooks. At the time Estabrooks was the leading proponent of hypnosis as the be-all and end-all of manipulating minds, his book, ‘Hypnotism’, published in the early forties, has been decried as too fantastic and improbable in terms of describing the capabilities of hypnosis with certain very suggestible subjects, but his arguments and examples remain valid to this day. Estabrooks admitted in 1971 to creating hypnotic couriers and programmed multiple personalities for Military Intelligence purposes. The couriers would deliver messages buried in their sub-conscience mind they didn’t even know they were carrying.

MK ULTRA would eventually establish programs in physics in the field of Vacuum Zero Point Energy and Fundamental Electrodynamics, Quantum Vacuum States, Gravitation, Cosmology, High Power Micro-Electronics and Quantum Electronics.

For decades, U.S. Intelligence Agencies as well as Intelligence Services around the world have been engaged in a quest to find individuals that were programmable through hypnosis, that could kill an enemy and leave no trace to the Agency. Today that emphasis has taken on an additional twist. The Agency has developed Intelligence Operatives with abilities reaching far beyond any network of informants or advanced spying. They still seek a multi-tasked agent with the ability to probe the enemy’s deepest underground bunkers, to determine the exact location of hostages, or physically incapacitate foreign leaders or entire armies, all from thousands of miles away by using only their minds.

The third generation efforts to determine intelligence applications for psychic abilities have centered around “Remote Viewing,” which is a clairvoyant ability to spy on distant enemies, experiments over the years have been very promising.

Operation Stargate was such a program, first brought to the attention of the American public by ABC TV’s Night Line News program on November 28, 1995. The remarkable success Operation Stargate experienced in the late 1970’s and early 1980’s cannot be overlooked providing information on more than 150 targets that had been previously unavailable from other sources.

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.