Günlük arşivler: Nisan 19, 2013

Lüks günah diyen Cübbeli’nin marka sever oğlu

luksgunahdiyencubbelini.jpg

Cübbeli Ahmet Hoca Lübnanlı misafirlerini Emirgan’da ağırladı

Kamuoyunda Cüppeli Ahmet Hoca olarak tanınan Ahmet Ünlü, perşembe sohbetine katılan bir grup Lübnanlı misafiriyle beraber gece yarısı Emirgan’daki bir restoranda yemek yedi.

KAMERALARI ENGELLEMEYE ÇALIŞTI

Gecce.com’un haberine göre; neşesinin yerinde olduğu gözlenen Cüppeli Ahmet Hoca, mekandan çıkarken gazetecilerin, hükümetin Kürt açılımı ve Akil Adamlar konusunda sorduğu sorulara yanıt vermedi. Cüppeli Ahmet Hoca’nın oğlu Yusuf Ünlü, çekim yapan kameraları eliyle engellemeye çalıştı.

BAŞTAN AYAĞA DÜNYACA ÜNLÜ MARKA

Vaazlarında fakir insanlar varken lüks giyinmenin günah olduğunu sık sık anlatan Cüppeli Ahmet Hoca’nın yanından ayrılmayan oğlu Yusuf Ünlü’nün, Dolce & Gabbana ayakkabıları, Emporio Armani jean pantolonu, Burberry montu ve Audi A3 model otomobili dikkat çekti.

cubbeliahmethoca4790.jpg

cubbeli8884.jpg

AK Parti’nin elindeki Ege ve Batı Karadeniz anketi

akpartininelindekiegeve.jpg

Son ankette CHP Eskişehir kalesini de Ak Parti’ye kaptırıyor

Başbakan Erdoğan, bölge milletvekilleriyle yaptığı toplantılarda partisinin son oy oranlarını açıklıyor. Son olarak Ege bölgesi vekilleriyle bir araya gelen Başbakan Erdoğan, İzmir’de CHP ile Ak Parti arasındaki farkın kapandığını söylemişti.

Erdoğan’ın son bölge vekilleri toplantısında açıkladığı anket sonuçlarında 12 ildeki son rakamlar da toplantıya katılanlara duyuruldu.

ESKİŞEHİR AK PARTİ’DE

Buna göre AK Parti’nin CHP ile İzmir’deki farkı 6 puana kadar düşürdüğü görülüyor. Araştırma sonuçlarındaki en dikkat çekici rakamlardan birisi CHP’nin Orta Anadolu’daki tek kalesi Eskişehir’de AK Parti CHP’yi geride bırakmış olması. Bu kentte AK Parti yüzde 44 oy oranına ulaşırken CHP yüzde 34’te kaldı.

theglobetimesinanketind.jpg

BİR ZAMANLAR SOLUN KALESİ ZONGULDAK..

Bir zamanlar solun kalesi olarak gösterilen Zonguldak’ta da Ak Parti CHP’ye fark attı. CHP yüzde 36 oy oranında kalırken AK Parti yüzde 50 oranına yükseldi.

MHP’NİN CHP’Yİ GEÇTİĞİ İKİ İL

AK Parti’nin elindeki son ankete göre MHP iki ilde ana muhalefet partisi CHP’yi geride bırakabildi. Buna göre MHP Karabük ve Kütahya’da CHP’yi geçebildi.

İşte Ege ve Batı Karadeniz bölgelerindeki son ankete göre oy dağılımı

anket5400.jpg

ARAŞTIRMA : Irak’ta Yerel Seçimler Nereye Gidiyor ?

Irak’ta Yerel Seimler Nereye Gidiyor.pdf

ARAŞTIRMA DOSYASI : Pakistan’da Radikal İslam’ın Güçlenmesi ve Bölgesel Güvenliğe Etkileri

Fazıl Ahmed Burget

ORSAM Uzmanı

Ortadoğu, Afganistan

Son dönemlerde demokratikleşme sürecinde önemli gelişmeler kaydeden Pakistan, eski Başbakan ve Devlet Başkanlarının yargılanması ve hükümet-yargı arasındaki tartışmalar ile gündeme gelmişti. Son olarak da uzun süre Dubai ve Londra’da yaşayan eski Devlet Başkanı Perviz Müşerref’in yeniden Pakistan’a dönerek siyasete atılmaya çalışmasının hemen ardından “milli ihanet” ile suçlanarak adaylık başvurusunun reddedilmesi Pakistan’ın en sıcak gündemini oluşturmaktaydı. Ancak uzun süre Pakistan askeri istihbarat servisi (ISI) tarafından desteklenen ve bu ülkedeki Hakkaniye medreselerinde yetişen radikal İslamcı grupların son eylemleri ülke gündemini tamamen sarsmıştır.

Özellikle Keşmir sorununda Hindistan’a karşı savaşmak için fetvalar çıkararak Pakistan ordusuna gönüllü asker sağlayan Hakkaniye medreseleri, Afganistan eski Sovyetler tarafından işgal edildiğinde Afgan direnişçilerini de desteklemişlerdir. Hatta soğuk savaş yıllarından itibaren bu medreselerin geleneksel dini eğitim verme misyonunun ötesinde Keşmir ve Afganistan’da savaşmak üzere militan yetiştiren merkezler haline geldiği de bilinmektedir. Bu bakımdan söz konusu medreseler hem Hindistan’a karşı hem de Afganistan’daki komünist rejimine karşı Pakistan’ın devlet politikasına paralel bir yol izlemişlerdir. Dolayısı ile yakın döneme kadar bu medreselerin Pakistan devletinin himayesinde olduğu bilinmektedir. Fakat son dönemlerde söz konusu medreselerde eğitim gören bir takım radikal unsurların artık Pakistan devletinin kontrolünden tamamen çıktığı bilinmektedir.

Özellikle ABD’nin bu medreseler tarafından desteklenen Taliban örgütünü “düşman” ilan etmesi ve bölgeye yerleşerek “terörle mücadele” kapsamında sık sık Pakistan topraklarını bombalaması ve buna karşı Pakistan devletinin tepkisiz kalması söz konusu medreseler ile Pakistan devletini karşı karşıya getirmiştir. Bu yüzden söz konusu medreseler zaman zaman Pakistan devletini “işgalcilerle işbirliği” yapmakla suçlamakta ve Pakistan devletine yönelik de bir takım eylemlerde bulunmaktadırlar. Bu doğrultuda Ocak 2012’de Pencap eyalet komutanı Salman Taseer’in bir koruması tarafından öldürülmesinde bu medreseler tarafından desteklenen radikal İslamcı örgütlerin parmağının olduğu ifade edilmektedir. Nitekim yakalanan katilinin yargılanmasında söz konusu örgütlerin müdahale ettikleri de bilinmektedir. Dini düşünce özgürlüğünü savunan ve liberal kişiliği ile tanınan Salman Taseer, özellikle Pencap’daki bir takım ruhani liderler tarafından “kafir ve dinsiz” olarak nitelendirilirken, onun katili olan Mümtaz Qadri ise “büyük mücahit ve halk kahramanı” adıyla anılmaya başlanmıştır. Ayrıca mahkemeye götürülürken bir takım insanlar tarafından çiçeklerle karşılanmıştır. Diğer taraftan, söz konusu gruplara bağlı üç yüz avukatın Qadri’yi savunmak üzere gönüllü oldukları da bilinmektedir. Qadri’yi savunmak isteyen gönüllü avukatlara başkanlık eden bir avukata, suçu ispatlanmış bir suçluyu neden savunmak istedikleri sorulunca; “Qadri’yi katil olarak tanımlayan yasaların İslamî olmadığını, aslında Qadri’nin İslamî bir görevi yerine getirdiğini ve dolayısı ile onu savunmanın İslamî bir sorumluluk olduğunu” ifade etmiştir.

Diğer yandan söz konusu radikal İslamcı örgütler Şubat 2012’de bir polis karakoluna baskın yaparak 4 polisi öldürdükleri bilinmektedir. Aşırıcılıkları ile dikkat çeken bu örgütler, devlet görevlileri dışında Şii Müslümanlara yönelik de sık sık eylemlerde bulunmaktadırlar. Bu çerçevede Şubat 2012’de ülkenin kuzeyindeki Peşaver ve Şiilerin yoğun olarak yaşadıkları kuzeybatıdaki Pareçenar bölgelerinde bir hafta içinde Şiilere yönelik yapılan saldırılarda 38 kişi hayatını kaybetmiş ve 60’dan fazla kişi de yaralanmıştı.

Son olarak Pakistan’ın en büyük kenti olan Karaçi’de Nisan 2013’te yapılan bir saldırıda 13 kişinin hayatını kaybettiği bilinmektedir. Yapılan resmi açıklamalarda söz konusu eylemin radikal İslamcı gruplar tarafından gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Ayrıca 11 Nisan 2013’te Haydarabad bölgesinde, ülkenin liberal partilerinden biri olan MQM (Muttahida Qaumi Movement – Kavimler Birliği Hareketi)’nin adaylarından birinin kurşunlanarak öldürülmesi, özellikle liberal çevrelerde ciddi endişeye sebep olmuştur. Pakistan Taliban Tahriki adıyla bir açıklama yapan radikal İslamcı örgütler bu eylemi üstlenmekle beraber, bundan sonra “İslamî olmayan” Partilerden milletvekili adayı olanlara karşı eylemlerin sürdürüleceğini açıkça dile getirmişlerdir.

Bu arada Pakistan’da resmi ve gayri resmi olarak faaliyet eden tüm radikal İslamcı örgütlerin Ocak 2012’de yapılan ortak bir toplantı ile Difâ-yi Pakistan (Pakistan’ın Müdafaası) adı altında birleştikleri bilinmektedir. Son dönemlerde Pakistan genelinde liberal partilere büyük bir üstünlük sağlayan radikal İslamcı örgütlerin her geçen gün daha fazla taraftar toplamaya başlaması dikkat çekmektedir. Nitekim Nisan 2013’te İngilizler tarafından yayınlanan bir rapora göre Pakistan genelinde özellikle 30 yaş altındaki gençlerin yüzde 60’ının demokrasiye karşı oldukları ve daha çok İslami rejim taraftarı oldukları açıklanmıştır. Bu da hiç kuşkusuz Pakistan’daki radikal İslamcı grupların her geçen gün daha da güçlendiğini ortaya koymaktadır. Özellikle Amerikan karşıtlığı bağlamında yeniden örgütlenen radikal İslamcı gruplar, son dönemlerde Pakistan’ın güvenliği için de ciddi bir tehdit oluşturmaktadırlar.

Bu noktada bir süre önce BBC’de konuşan Pakistan analizcilerinden Doktor Hasan Asgari Razavi, ülkedeki son gelişmeleri endişe verici olarak değerlendirirken, “savaşa hazır zihniyetlerin” çoğalmaya başladığına dikkat çekmiştir. Ayrıca Razavi, bu gibi zihniyetlerin sadece sıradan halk arasında değil, aynı zamanda aydın kesim ile beraber, devlet organları ve silahlı güçler arasında da yayılmış olmasının çok daha tehlikeli olduğunu ifade etmişti. Razavi, Pakistan’daki askeri ve sivil idarenin çaresizlik içinde olduğuna ayrıca dikkat çekmiştir.

Şiddeti kendi amaçları için bir araç olarak kullanan bu örgütler son dönemlerde Pakistan devleti tarafından ülke rejimine bir tehdit olarak görülmeye başlanmıştır. Öte yandan bu örgütlerin tamamı ABD karşıtı olmakla beraber Afganistan’da silahlı çatışma halinde olan Taliban, Hikmetyar ve Hakkani gruplarının yanı sıra Orta Asya ülkelerine yönelik faaliyet eden Orta Asya İslamcı hareketlerini de destekledikleri bilinmektedir.

Özellikle NATO’nun 2014’te Afganistan’dan çekileceğinin kesinleştiği bu dönemlerde, Afganistan’ın güney sınırlarında hızla güçlenen radikal İslamcı grupların, Afganistan’da terör faaliyetlerinde bulunan Taliban, Hikmetyar ve Hakkani grupları ile olan ilişkileri dikkate alınırsa bölge güvenliğinin daha da kötüye gidebileceğini söylemek mümkün. Çünkü söz konusu grupların faaliyetleri sadece Pakistan ile sınırlı olmayıp, Afganistan ve Orta Asya’yı kapsayacak şekilde “İslamî Emaret” rejimini kurma peşinde oldukları bilinmektedir. Bu noktada Pakistan’daki radikal İslamcı örgütlerin Afganistan’daki rejim muhalifleri olan radikal unsurların yanında, Hizb-ut Tahrir, Özbekistan İslami Hareketi, Tacikistan İslami Hareketi ve hatta Kafkasya’daki bir takım radikal unsurları destekledikleri bilinmektedir. Dolayısı ile Pakistan’da güçlenen radikal İslamcı grupların bölgesel güvenliğe önemli ölçüde etki yaratacağını söylemek mümkün.

ARAŞTIRMA DOSYASI : Ortadoğu’da Kilitlenen Güç Mücadelesi ve Yeni Çatışma Olasılığı

Ortadou’da Kilitlenen G Mcadelesi ve Yeni atma Olasl.pdf

ARAŞTIRMA DOSYASI : Kuzey Irak’ta Barzani’siz Bir Dönem Mümkün mü ?

Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen

ORSAM Ortadoğu Danışmanı

Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

Bugünlerde pek çok kişi Irak’ta 20 Nisan 2013 tarihinde gerçekleşecek Vilayet Meclisi seçimine odaklanmışken Kuzey Irak’ta sessiz sedasız çok önemli günler yaşanıyor. Türkiye’de medyaya Kuzey Irakla ilgili yansıyan haberlerin çoğunu son dönemde Türkiye ile IKBY arasındaki enerji ilişkileri ya da Türkiye’deki demokratikleşme ve barış sürecinde Iraklı Kürtlerin oynadığı role ilişkin haber ve yorumlar oluşturuyor. Oysa son 3 aydır KBY’de yaşanan iç politik gelişmeler bölgenin yeni bir siyasal döneme sürüklendiğini düşündürüyor.

Hatırlanabileceği gibi IKBY’de son seçim 25 Temmuz 2009 tarihinde gerçekleşmişti. Parlamento ve başkanlık seçimlerinin birada gerçekleştiği bu seçimin üzerinden 4 yıl geçti. Bu da 2013’ün Iraklı Kürtler için de bir seçim yılı olduğu anlamına geliyor. Her ne kadar 2009’dan bu yana her yıl IKB Vilayet Meclisi seçiminin yapılması gündeme gelse ve her seferinde inandırıcı gerekçeler olmadan bu seçimler ertelense de bu seferki seçim gündemi son derece gerçekçidir. 2013 yılının başında Kuzey Irak’taki muhalif partilerin bastırmasıyla hızlanan süreç sonunda IKBY’nin Başkanı Mesut Barzani’nin 21 Eylül 2013 tarihinde parlamento ve başkanlık seçimlerinin bir arada yapılacağını ilan etmesiyle sonuçlanmıştır. 5 ay sonra gerçekleşecek seçim IKBY’nin siyasi tarihi açısından belki de en kritik seçim olacaktır.

Bu seçimi diğerlerinden farklı kılan nedenler şöyle sıralanabilir:

1- Irak’ın işgalinden sonra Kürtler için istikrarlı bir siyasi ortam yaratılması ve ekonomik altın çağın belkemiği olan KDP-KYB ittifakı artık sona erdi. Tarihsel uzlaşmazlıklarını ve parti içi çekişmelerini bir yana bırakarak Irak’ta Kürtlerin önceliklerine odaklanan iki parti arasındaki ittifak aslında 2009 yılından beri üst üste darbeler almıştı. Ancak her iki parti de aralarındaki sorunları ön plana çıkarmaktansa iktidarı ellerinde tutmanın en güvenli yolu olarak gördükleri işbirliğini sürdürdüler. Fakat Celal Talabani’nin hastalanmasından sonra iyice açığa çıktığı gibi artık ittifakı sürdürmek istemeyen sadece KDP değil aynı zamanda KYB’dir. Son günlerde her iki partinin üst düzey yetkililerinin açıklamalarından da anlaşıldığı gibi KDP ve KYB seçime ayrı listeler ya da ittifaklar olarak girecekler. Bu da bölgedeki siyasal denklemin kökten değişmesi anlamına geliyor.

2- KDP-KYB ittifakı basit bir (Mesut) Barzani-(Celal) Talabani ittifakı değildir. Her iki lider de bazen kendi partilerine ve tabanlarına rağmen stratejik çıkarlarını dikkate alarak aralarındaki işbirliğini sürdürmeyi başardılar. Fakat her ne kadar 2005’ten beri Irak’ta yapılan tüm seçimlere ortak listelerle girseler de partilerin ne tabanları ne de ara katmanları asla birleşmedi. Elbette bugün iki parti arasında 1994-1998 yılları arasındaki silahlı çatışmanın bir benzerini yaratan dinamikler yok. Fakat geçmişin etkisinin tam olarak silinmiş olduğu da söylenemez. Ancak bugün partiler arasındaki farklılığı yaratan 15 yıl öncesinin çatışmalarının travmatik etkisi değildir. Bugün temel sorun IKBY’nin yönetilmesi ve iktidarın paylaşılması konusundaki fikir ayrılıkları ve güç ilişkileridir. KDP ile KYB arasındaki güç dengesi açık bir biçimde KDP lehine bozulmuş, KYB ise önceki yıllara oranla hem halkın desteğini kaybetmiş, hem de örgütsel olarak gerilemiştir. Ancak nedeni ne olursa olsun görünen o ki “stratejik ittifak” bitti ve bundan sonra iki parti yeni dinamikler çerçevesinde yeni bir ilişki modeli kurma yoluna gidiyor.

3- KDP-KYB ittifakı bozulduğu için IKBY’nın kısa tarihinde ilk kez bu iki parti dışındaki güçlerin iktidarı belirleme olasılığı doğmuş durumdadır. Bölgede açık ve siyasi eğilimleri iyi yansıtan bir kamuoyu yoklaması yapılmış değildir. Elbette tüm partilerin seçim büroları kendi durumlarını tespit etmek ve yeni stratejiler belirlemek üzere çeşitli çalışmalar sürdürmektedir. Fakat açık kaynaklara yansımadığından bu rakamlar bilinememektedir. Yine de önceki seçimler ve bölgede uzun süredir yürüttüğümüz çeşitli çalışmalar dikkate alındığında sırasıyla bölgedeki en güçlü partilerin şunlar olduğunu söyleyebiliriz: KDP, Değişim, KYB, KİB, KİC ve diğerleri. Yine açık bir kamuoyu yoklaması olmadığı için genel güç dengesi hakkında kesin yorumlar yapmak doğru olmasa bile bölgede bir seçim olsa birinci çıkacak partinin KDP olacağını kestirmek çok zor olmayacaktır. Ancak KDP’nin tek başına %35-40 aralığından fazla oy alamayacağını, buna ek olarak IKBY parlamentosundaki 11 azınlık kotasındaki üstünlüğüne rağmen tek başına hükümet kuramayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Buna karşılık diğer partilerin seçim öncesi güçlü bir koalisyon oluşturmasını beklemek de doğru görünmemektedir. Bu nedenle partilerin seçime ayrı ayrı gitmesi, seçimden sonra sandalye dağılımına bağlı olarak KDP’yle ya da KDP’siz bir koalisyon oluşturması mümkün olabilir.

Bu süreçte unutulmaması gereken en önemli nokta KDP’nin seçimden alacağı oy kadar kimi başbakan adayı olarak belirleyeceğidir. Mevcut Başbakan Neçirvan Barzani’nin sadece kendi partisinin değil diğer partilerin tabanında da desteği olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla KDP’nin başbakan adayı Neçirvan Barzani olduğu sürece yeniden hükümet kurması şaşırtıcı olmayacaktır. Fakat bu süreçte altı çizilmesi gereken üç nokta daha vardır: Bunlardan birincisi Neçirvan Barzani dışında hiçbir KDPli politikacının hükümeti kurması beklenmemelidir. İkincisi ne olursa olsun KDP’nin zayıflayan KYB ile yaptığı koalisyon hükümetleri dönemi sona ermiştir. Hükümetin ortağı olan partiler isteklerini çok daha çetin pazarlıklarla alacaklardır. Üç hatta 4 partili koalisyonların kurulması IKBY’de bölgenin alışık olmadığı türden bir koalisyon hükümeti yaratabilir. Üçüncüsü, mevcut dengeler KDP’nin yer almadığı bir hükümeti de mümkün kılmaktadır. Her ne kadar muhalefet partileri açısından KDP’siz bir hükümet kurmak zor ve riskli olsa da yıllardır eline bir fırsat geçirmeyi ve bölgedeki siyasi ilişkileri köklü bir biçimde değiştirmeyi hedefleyen muhalefetin eline iyi bir fırsatın geçmesi halinde bunu kullanması ihtimali göz ardı edilmemelidir. Bu noktada en kritik rolü ise zayıfladığı için öneminin azaldığı düşünülen KYB oynayacaktır. KYB geçmişe göre zayıflamış olsa da halen hükümeti kimin kuracağının belirlenmesinde anahtarı elinde tutmaktadır.

4- Bu seçimin belki de en önemli boyutu başkanlık seçimidir. Başkanlık seçiminin hukuki altyapısı kesinleşmeden seçim tarihinin ilan edilmesi çok ilginç görünmektedir. Yürütülen tartışmaların da gösterdiği gibi IKB Başkanı Mesut Barzani’nin başkanlık için aday olup olmayacağı hala belli değildir. Bazı muhalif partilere göre hukuki olarak Mesut Barzani’nin aday olma hakkın bulunmamaktaysa da KDP’liler tam tersini ileri sürmektedir. Fakat Mesut Barzani aday olsa bile seçilememe ihtimali bulunmaktadır. Hatta KDP dışı partilerin ortak bir aday üzerinde anlaşması halinde Mesut Barzani’nin seçilmeme olasılığı çok güçlenecektir. Bu durum IKBY’de yeni bir dönemin kapısını aralayabilir. Talabani’nin sağlık durumu nedeniyle siyasi dengelerin dışında kaldığı bir ortamda Başkanlığı (seçime girememe ya da seçimi kaybetme nedeniyle) elinde tutamayan Mesut Barzani’nin kendi siyasal geleceğine ilişkin tercihi Iraklı Kürtlerin demokratikleşme sürecinin dönüm noktası olabilir. Son 35 yılda iki önemli liderin sürüklediği Iraklı Kürtlerin siyasal yaşamında yeni her iki liderin de başrolde oynamadığı bir dönemi görmek için belki erkendir. Fakat bu durum eninde sonunda Iraklı Kürtlerin yüzleşmek zorunda olduğu bir gerçektir.

ARAŞTIRMA DOSYASI : Suriye’den Türkiye’ye Gelerek Hatay’ın Reyhanlı İlçesine gelen Ahmed Abu Zaid il e Söyleşi

Ahmed Abu Zaid arkeoloji öğrencisiyken Özgür Suriye Ordusuna katılmış. “Buraya Han-ül Asel’deki meydana gelen çatışmada yaralanan tugayımdan bir savaşçının durumunu sormak için geldim. Savaşa devam etmek için geri döneceğim” diyor.

ORSAM: Kendinizi ve Suriye’de iç savaş öncesi hayatınızı anlatır mısınız?

Ahmed Abu Zaid: Adım Ahmed Abu Zaid. On dokuz yaşındayım. Üniversitede arkeoloji okuyorum. Birinci sınıftayım. İdlib’te bulunan Cundullah Tugayı’nın savaşçılarındanım.

Devrimin ilk aylarında gösterilere katıldık. Devlet binalarının duvarlarına yazılar yazmaya başladık. Yaptıklarımıza rejim tarafından vahşice karşılık verilmiştir. Bir süre sonra kadınlarımızın tecavüze uğramasının, her tarafın bombardımana tutularak yıkılmasının ve halkın yerinden göç ettirilmesinin bu sistemin eliyle yapıldığını gördükten sonra devrim başlamıştır.

ORSAM: Hayat doğal seyrinde devam ederken devrimin başlangıcından itibaren gösterilere ve devrime katılmanızın sebebi ne idi?

Ahmed Abu Zaid: Asıl ve öncelikli sebep, sistemin bizim iyi bir şekilde Allah’a kulluk etmemize izin vermemesiydi. Çünkü bizden birisinin birden fazla kez camiye gitmesi halinde onu siyasi güvenlik şubesine götürüyorlar ve tahkikata tabi tutuyorlardı. Bu, benim devrimin başlamasıyla birlikte gösterilere katılmamın ana sebebiydi. Dini inançlarım dolayısıyla bu duruma tahammül edemiyordum.

ORSAM: Suriye’de yaşadıklarınızı ve başınıza gelenleri anlatabilir misiniz?

Ahmed Abu Zaid: Yaşadığım bölge Bab El-Hewa / Sarmada’dır. İlk katıldığım çatışma Bab El-Hewa çatışmasıdır. Bu çatışma “Muhammad Razzouk” çatışması olarak isimlendirilmektedir. Bu çatışmada Allah’a şükürler olsun ki 30 tanka hücum edilmiştir. Sonucunda tam bir zafer elde edilmiştir. Çatışma 12 saat sürdü. Bu süre içerisinde rejim ordusu Sarmada’da yaklaşık 30 evi yerle bir etti. İçinde çoğunluğu çocuk ve kadınların olduğu evler yıkıldı. Çünkü bombardıman rastgele yapıldı.

ORSAM: Sıradan bir vatandaş iken Cundullah Tugay’ına nasıl dahil oldunuz ve bu tugayla nasıl bağlantıya geçtiniz?

Ahmed Abu Zaid: Bazı akrabalarım ve dayılarım ile birlikte Cundullah Tugayı’nı kurduk. Devrime katılmak için yola çıktık. Dayılarımın -Allah’a şükürler olsun- hepsi şehit oldu. Cihad düşüncesi insanları korkutuyor. Özellikle anne ve babalar çocukları için korkmalarına rağmen benim için bu durum tersi idi. Annem beni teşvik ederdi, gitmediğim zaman bana kızardı. Buna şaşırmayın. Biz üç kardeşiz. Biri enformasyon bürosunda çalışıyor, ben savaşçıyım ve üçüncüsü ise evde.

Allah’a şükürler olsun, rejimin ordusu Sarmada’ya giremedi. Sarmada’ya girmek için tarib El-Muharrara’dan yirmiden fazla tank geldi. Kavşakta durduruldular. Allah’ın izniyle mücahitlerin sayısının çokluğu, güçlü olmaları ve sebat etmelerinden dolayı Sarmada’ya giremediler. Birçok mücahit bize katılmak için geldi. Bizimle birlikte cihat ettiler. Zalimin ordusunun Sarmada beldesine girmesine engel olduk. Bir savaşçı herhangi bir savaşa gittiğinde ölümü düşünmez. Bilakis o ölüm gelmeden ölüme hazırdır.

ORSAM: Buraya gelmenizin sebebi nedir ve ne zaman geldiniz?

Ahmed Abu Zaid: Buraya Han-ül Asel’deki polis okulunda meydana gelen çatışmada yaralanan tugayımdan bir savaşçının durumunu sormak için geldim. Kendisi Antakya’da bir hastanede tedavi görüyor. Savaşa devam etmek için geri döneceğim. Bu bölgede 4 aydan beri savaşmaktayız.

Polis Okulu Halep vilayetindeki son karargâh yeridir. Allah’ın izniyle burayı ele geçirdiğimizde Halep vilayetini ve daha sonra Halep’in girişinde bulunan Subay Akademisi’ni ele geçireceğiz. Burası eğitimli askerlerin bulunması ve mühimmatı olması sebebiyle Suriye’nin en önemli yerlerinden sayılmaktadır. Polis okulu 4 aydan beri kuşatma altında, okul çevresinde büyük çatışmalar yaşanıyor.

ORSAM: Halep Polis Okulu ve Subay Akademisi’nin ele geçirilememiş olmasının sebebi nedir?

Ahmed Abu Zaid: Rejimin büyük desteği var. Destek için her gün on tank geliyor. Allah’a hamd olsun otuz tankı imha ettik ve yaklaşık 350 askeri öldürdük. Bir haftadan beri süren son çatışmada Cundullah Tugayı’ndan üç savaşçı şehit oldu ve beş savaşçı da yaralandı. Buna karşın 109. Tugaydan 35 Cumhuriyet muhafızı ise öldürüldü. Bahsettiğim kayıplar ise Cundullah Tugayı’nın içinde bulunduğu ve rejim ordusu tarafından saldırıya maruz kalan değirmenlerden biri olan BMB’yi ele geçirme sırasında yaşanmıştır.

ORSAM: Polis Okulu’nun ele geçirilmesi konusunda Nusrat Cephesi Tugayı’nın tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu hususta bir destek girişimi mevcut mudur?

Ahmed Abu Zaid: Başlangıçta Nusrat Cephesi Tugayı ile beraberdim. Nusrat Cephesi Tugayı’nın komutanı Abu Muhammed El-Absi’dir. Lakin bu tugayın gücü yetmediği için ancak ganimet olan yerlere hücum ediyor. Polis Okulu’nda ise ganimet yok. Buna rağmen kendilerinden yardım istedik. Nusrat Cephesi şuanda Menağ, Kuveyris ile El-Neyreb havaalanları kuşatma altında tutuyor.

ORSAM: Subay Lokalindeki son durum nedir?

Ahmed Abu Zaid: Polis Okulu’nun düşmesinden sonra inşallah hedefimiz orası olacak.

ORSAM: Nusrat Cephesi Subay Akademisi’ni ele geçirmeyi ganimet olarak görüyor mu?

Ahmed Abu Zaid: Bilmiyorum. Onlardan yardım istediğimizde bizi bir kere desteklediler ve şehit verdiler. Bir daha gelmediler. Çünkü polis okulu güçlü ve zorlu bir cephe. Suriye ordusunun en zorlu cephelerinden biri ve buradakilerin tamamı Alevi, Şii ve İranlı. Aralarında hiç Sünni yok.

ORSAM: Polis Okulunda bulunanların Alevi olduğunu söylüyorsunuz. Aleviler düşman mıdır?

Ahmed Abu Zaid: Hayır, hepsi değil. Onlardan bazıları bizimle birlikteler. Harim bölgesinde savaşırken Kafarya köyünden bir Alevi subay bizimle birlikteydi ve şehit oldu. Dışarıda düşünülen mezhepçi algı Suriye’de mevcut değildir. Ancak öldürme suçunu işleyen hesabını verecektir. Suriye’de mezhepçilik yoktur. Mezhepçilik rejimin kendisi tarafından yayılmaktadır ve yalancı rejimin basını tarafından yapılmaktadır.

ORSAM: Devrimin bu kadar uzamasının sebebi nedir? Diğer bir deyişle rejimin ömrünü uzatan nedir?

Ahmed Abu Zaid: Kendimizdeki eksiklerimizden dolayı, bir topluluk kendisini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Ancak inşallah zafer yakındır ve bu iş çok sürmeyecektir.

ORSAM: Fazlaca tekrar edilen bir cümle değil mi?

Ahmed Abu Zaid: Hayır, bu defa kesin. Çünkü bir hava sahası yasağı uygulayacağız. Suriye halkına devrimin başladığından beri ve dışarıdan destek almaksızın hava sahası yasağı sözü verdik. Bu yasağı kendimiz gerçekleştireceğiz. Dün Menağ askeri alanına baskın düzenlendi. Ayrıca Kuveyris ve Neyrab havaalanlarında çatışmalar meydana geldi. Bu iki havaalanına baskın düzenlenecektir ve hava sahası yasağı uygulanacak. Hava sahası yasağı gerçekleştiğinde rejim Allah’ın izniyle düşecektir. Hava sahası yasağı Allah’ın izniyle tüm Suriye’de gerçekleşecektir. Suriye’deki tüm havaalanları kuşatma altındadır. Rejim ülkeyi füze ve toplarla bombalamaktadır. Havadan bombardıman yapamayacaktır.

ORSAM: İki günden beri Scud füzelerinin kullanıldığı bilgisi geldi. Bunun doğruluk derecesi nedir?

Ahmed Abu Zaid: Scud füzeleri Şam taşrasına yakın füze üssü olan Humus Elkusayr’dan fırlatılmaktadır. Bu füze düştüğünde 1 kilometrelik alanı yerle bir etmektedir. Bu füzelerle İzaz, Daret Azze ve Han Elasel vuruldu. Bu arada Halep’in büyük tüccarlarına ait geniş tarlalar Han Elasel’de bulunmaktadır. Bu tarlalar yerle bir edilmiştir. Hiçbir şey kalmamıştır. Rejim hiç kimseyi umursamıyor. Rejim kimseyi önemsemiyor. 46 İranlıya karşılık 2000 Suriyeliyi serbest bırakıyor.

ORSAM: Polis Okulu’nun ele geçirilmesi bugüne kadar neden gecikti?

Ahmed Abu Zaid: Han Elasel’deki Polis Okulu’nda bizimle birlikte savaşan bir kişi vardı. Bu kişinin lakabı Dayı idi, adı Muhammed Cisriye’ydi. Bu kişi eskiden rejimin Şebiha ordusunun personeliydi. Hazano’da bulunan Şeyh Salah’ı öldürmek için görevlendirilmişti. Ancak kendisi Şeyh’e sadakatini göstermiş ve kendisine bir tugay oluşturmuştu. Bu tugay en güçlü tugaylardan biri olmuştur. Daha sonra bu tugay hırsızlık, yağma ve kirli işler yapmaya başlamıştır. Han Elasel’de bizimle birlikte çatışmalara katılıyordu. Bu bozguncu tugayın bizimle bulunması sebebiyle zaferi elde edemedik. Bir hafta önce o ve tugayında bulunan bir işbirlikçi ile birlikte Özgür Ordu’dan ayrılarak rejimin ordusuna geri dönmüşlerdir. İşte zaferin gecikmesinin sebebi budur. Maalesef Suriye’de bu gibi çok miktarda insan var. Onları takip edeceğiz ve yok edeceğiz. Bu fırsatçı tugaylar zaferi engellemektedir. İnşallah Özgür Ordu’nun içindeki bozguncuları temizleyeceğiz. Tek yürek ve tek el olacağız.

ORSAM: Suriye dışındaki muhalefetin görüşüne göre Özgür Ordu’daki bozguncu olanları takip etmek ana düşman olan rejimi bırakmak ve devrimi göz ardı etmektir. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ahmed Abu Zaid: Bozguncuları tasfiye etmek için ilgili kişiler bulunmaktadır. Bu iş tüm Özgür Ordu’nun işi değildir. Birkaç ay önce kötü tugaylardan bazılarının liderleri tasfiye edilmiştir. İdlib ve Batı Halep taşrasında ve ayrıca Munbuç’ta Ebil Hac Tugayı’nda hırsızlık ve yağma yaptıkları, Özgür Ordu’nun saygınlığını bozdukları gerekçesiyle Özgür Ordu’dan birkaç kişi tasfiye edilmiştir.

ORSAM: Şam Savaşı hakkında ne düşünüyorsunuz? Buradaki rolünüz nedir?

Ahmed Abu Zaid: Buralardaki mevkilerimizi bırakarak Şam’a gidemiyoruz ve gerçek zeminde onlara katılamıyoruz. Bizim buradaki rolümüz sebat etmek, sistemin güçlerini meşgul etmek ve Şam halkını öldürmek için onlara fırsat vermemektir. Bölgemizi rejimin ordusundan temizledikten sonra başka bir bölgeye intikal edeceğiz. Şam Savaşına, Şam ve Taşrası Tugayları askeri meclisinin kendi aralarında yaptıkları koordinasyon ile karar verilmiştir ve savaşa başlamışlardır. Biz onlarla birlikteyiz, destekliyoruz. Ancak nitelikli görevleri yerine getirmekteyiz. Burada Sarmada’da zor bir görevimiz var. Çünkü biz en zor operasyon olan Polis Okulu’nun çevre duvarlarına bomba döşeyeceğiz. Bu iş Cundullah Tugayı’nın 10 elemanı tarafından yapılacaktır. Daha sonra baskın düzenlenecek ve ondan sonra Suriye’nin herhangi bir bölgesine gitmeye hazır olacağız. Çünkü elemanlarımız geniş bilgi ve deneyime sahiptir.

ORSAM: Özgür Ordu’nun bazı mensupları umutsuzluğa düşmüşler ve Özgür Ordunun saflarından ayrılacaklar. Bu husustaki görüşleriniz nelerdir?

Ahmed Abu Zaid: Onlar dünya ülkelerinden ve Arap ülkelerinden kendilerine desteğin gelmemesinden, mühimmat eksikliğinden, meydana gelen yıkımdan, evlerini kaybetmekten dolayı umutsuzluğa kapılmışlardır. Bu da doğru bir düşünce değildir. Onları Özgür Ordu’dan ayrılmaktan vazgeçirecek tek şey destek ve destektir. Özellikle erkek kardeş, kız kardeş, dayı, amca ve annelerini kaybedenlere ve karşılığında bir şey görmeyenlere destek verilmesidir. Onları Özgür Ordu’un saflarına geri döndürecek şey sadece destektir.

ORSAM: Rejimin Ordusundan ayrılıp Suriye dışında Türkiye’de ve Ürdün’de bulunan subaylar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ahmed Abu Zaid: Rejimin ordusundan ayrılan subaylardan Özgür Ordu’nun gönüllülerine silah taşımada, savaş planlarını öğretmede faydalanılabilirdi. Onlar dışarıya niçin kaçıyorlar ki?

Bab El-Hava çatışmasına katıldım. Rus silahıyla ancak 3 mermi attım. Ateş etmeyi sürekli çatışmalara katılmak suretiyle öğrendim. Herhangi bir subay gibi savaş planı yapamam.

ORSAM: Türkiye’nin yaptığı yardımlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ahmed Abu Zaid: Suriye halkı Türk devletinin yardımı ile Sarmada–Bab El-Hava’ya giren un, şeker, pirinç ve her türlü gıda maddeleri ile yaşamını sürdürmektedir. Bu yardımlar Suriye’nin her yerine dağıtılmaktadır. Allah’a hamdolsun ki Türk hükümetinin verdiği un ile ekmek fırınları çalışmaya başladı. Rejim yanlısı medya kanallarından Türkiye’nin yağmalaması sebebiyle Suriye’de un kalmadığını duyduk. Suriye’ye Türkiye’den giren un kamyonlarını bizzat gözlerimizle görüyoruz. Suriye medyası yalancıdır ve devrimin ilk gününden itibaren meşruiyetini kaybetmiştir. Allah’a hamdolsun ki Türk hükümeti bizim yanımızda herhangi bir Arap devletinden daha fazla durmuştur. Türk hükümetinden bundan daha fazla yardım bekliyoruz.

ORSAM: Türkiye’den beklentileriniz nelerdir?

Ahmed Abu Zaid: MIG uçakları kampları bombaladığında Türk hükümeti buna cevap vermeliydi. Çünkü MIG uçakları Türkiye hava sahasına girmiştir. Hava sahasına giren uçak vurulabilirdi. Suriye, Akdeniz’de bir Türk uçağını düşürdüğü gibi düşürülebilirdi. Türkiye’nin askeri müdahale gerçekleştirmesini ümit ediyorum.

*Bu söyleşi, 12 Şubat 2013 tarihinde Lina Zekeriya Saguj tarafından Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde gerçekleştirilmiştir.

İRANLI Şİİ MAKAMLAR, CAMİİ İÇİN SÜNNİLERE YER VERMİYOR

İRAN ANALİZ / Önde gelen İranlı Sünni alim Şeyhulislam Abdulhamid İsmailzahi yaptığı açıklamasında on yıldan bu yana defalarca Hamaney ve ilgili tüm devlet kurum, kuruluşlarına başvuru yapmalarına rağmen Sünniler için Bayram namazları kılabilecek yeni bir yer inşasına izin verilmediğini söyledi.Ülke genelinde 20 milyonu aşkın Sünni Müslümanın yaşadığı İran’ın başkenti Tahran’da tek bir Sünni camisi dahi bulunmuyor.

Geçen haftaki cuma hutbesinde ülkedeki Şii mezhepçi siyasetin boyutlarını ve fanatizmin nasıl rejimin temellerini teşkil ettiğini gözler önüne serdi İranlı Sünni alim. On yıldan bu yana Sünnilerin aşırı ihtiyaç duyması nedeniyle bayram namazları ve diğer namazlar için bir cami inşası başvurusunda bulunduklarını söyleyen alim: “İçlerinde dini lider, cumhurbaşkanı ve iskan bakanı da dahil olmak üzere cami inşası için izin verilmesi yönünde yetkililere mektuplar yazdık. Cevap olarak cumhurbaşkanı ve bakandan eyalet yetkililerine bu talebi yerine getirmeleri yönünde talimat geldi, ancak onlar şimdiye kadar bu durumu gözardı etmeyi sürdürüyor.” şeklinde konuştu.

Dünya Müslüman Alimler Birliği üyesi de olan Şeyhulislam Abdulhamid konuşmasında meselenin 10 yıllık olduğunu kaydederek olayın detaylarını paylaştı. Mevcut yerin cemaat için yetersiz olduğunu, bu sebeple yeni bir cami için Zahidan varoşlarında yeni yer baktıklarını söyledi. O zaman reformcuların iktidarda olduğunu, vali dahil ilgili makamların mevcut yetkililerin aksine o zaman kendi programlarına ve çalışmalarına iştirak ettiğini hatırlattı. Onların da cemaatin sayısıyla kıyaslandığında yerin yetersiz olduğu noktasında kendilerine hak verdiklerini söyledi. Bu sebeple 30 dönüm bir yer ayrıldığını, sonrasında ise yerel yetkililerin bunu kabul etmediğini, zaten sonrasında da burasının Devrim Muhafızlarına teslim edildiğini sözlerine ekledi.

İhtiyacın şiddeti ve gerekliliği hasebiyle konunun her kesimden büyüklerin, akademisyenlerin, aşiret liderlerinin ve alimlerin devreye girmesi, çalınmadık kapı bırakmamaları ile devam etmiş. Öyle ki ordunun, güvenlik birimlerinin dahi kapısı çalınmış ama tek bir sonuç alınamamış. Bu sefer ihtiyacın ne olduğunu göstermek için insanlara başvuruda bulunulmuş ve 30 bin kişi ve yüzlerce kadının imzaladığı dosyalar takdim edilmiş. Ama yine bir ilerleme kaydedilememiş.

Şartlar gerektirdiğinde olduğundan tamamen farklı görünüp her tür yalan sözü, fiili ve işi yapmayı, sahtekarlığı caiz gören, teşvik eden Şii mezhebinin “takiyye” kültürünün ulaştığı boyutlar bu hadise ile gözler önüne seriliyor. İran’daki milyonlarca Sünni Müslümanın en temel hakları elinden alınıyor, baskılara maruz kalıyor ve zulme uğruyor. İçeride bunları yapan İran dışarıda ise Esed terörünü her tür şekilde desteklemeyi, Sünni ülkelerde sapkın fırka Şiiliğin yayılması yönünde milyar dolarlık fonlar sarf ediyor, terörist örgütlerin güçlenmesi yönündeki derin siyasetini tüm hızıyla sürdürüyor.

Herhangi bir ülkenin cumhurbaşkanı veya bakanlarının talimatlarının bir vali veya yerel idareci tarafından yıllarca ihmal edilmesi, gözardı edilmesi veya yerine getirtilmemesi gibi bir komediye ise ancak İran’da rastlanıyor. Bu durum ise aslında talimatın ciddiyetsiz, samimiyetsiz olduğunu, hatta böylesi bir talimatın varlığının dahi şüpheli olduğunu ortaya koyuyor. İranlı Sünni alimin bahsettiği konu bunu açıkça yorumluyor. Bayram namazı için örneğin Zahidan’da Müslümanlar 27 dönümlük bir camiye sığmıyor, oysa onlardan çok daha az olan Şiilerin camileri 60 dönüm daha fazla genişletilebiliyor. Tam bu noktada alimin söyledikleri İranlı Şii yöneticilerin kafayapısını ifşa ediyor:

“Sünniler bu bölgenin çocuklarıdır. Atalarımız bu ülkeyi korumak için canlarını feda ettiler. Onlar İngiliz ordusunun saldırılarına karşı bu ülkeyi savundular. Buna rağmen bizler kardeşlik istiyoruz. Eğer Şii topluluk 60 dönümlük bir camiye sahip oluyor da buranın asıl halkı Sünniler cami sıkıntısı yaşıyorsa, namazlarını caddeler ve sokaklarda kılmak zorunda kalıyorda bu kardeşlik değildir! Birçok yetkili kardeşlikten falan dem vuruyor, ama asıl önemli olan söz değil fiiliyattır.”

Yine İranlı Sünni alim bazı remi dairelerin milli gayrimenkulları nasıl işgal ettiğini, buralara nasıl el koyduklarını, bunların nasıl büyük boyutlarda olduğunu gözler önüne seren bir konuşma da yaptı. Birçok gayrimenkulun güvenlik güçlerine ve çeşitli şirketlere tashih edildiği yönündeki bilgileri paylaşan Şeyhulislam Abdulhamid oysa bunun tam karşısında Sünnilerin herhangi bir gayrimenkul ihtiyacı duyduğunda makamların bunu Sünni vatandaşlara vermediği gerçeğine vurgu yaptı. Velayeti Fakih rejiminin ayrımcı ve Şii mezhepçi bölücülüğün ne boyutlarda olduğunu asırlardır İran’da doğan, büyüyen ve yaşayan Sünni alim gibi binlercesi daha dile getiriyor.

Kendisi konuşmasında despot rejimin nasıl herkesten korktuğunu kaydederek mesele Sünniler olunca yetkililerin hemen hadiseyi “güvenlik meselesine” nasıl çarpıtıp çevirdiklerini ortaya koyuyor. Tıpkı Tahran’daki Sünni cami meselesinde olduğu gibi hadisenin “takiyyeci” mantıkla nasıl dezenformasyon ve karapropaganda uzmanı rejim tarafından çarpıtıldığını kamuoyunun dikkatlerine sunuyor kendisi.

Buşehir’deki depremden ötürü duyduğu üzüntüsünü ve taziyelerini dile getiren Ehli Sünnet Hatibi İranlı alim insanlara trajedinin kurbanlarına yardım etmeleri çağrısında bulundu.

CHP’li Gök : “Dilek Akagün Yılmaz yalnız değildir”

karklar.jpg

CHP’ de yaşananlar bugün gündemin ilk sıralarında yer alıyor.

CHP Mersin milletvekili İsa Gök parti içinde yaşananları H&H okurları için değerlendirdi.

H&H : Sayın Gök, CHP MYK üyesi Gülseren Onanç’ın istifasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İ.GÖK : Gülseren Hanım’ın savunduğu değerler particiliğe ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne ait olmayan görüşlerdir. Bizim ülkemize ait olmayan düşüncelerdir.

Bu doğrultuda takdiri Gülseren Hanım’a bırakıyor, çalışmalarında başarılar diliyorum.

H&H: Dilek Akagün Yılmaz’ın disiplin kuruluna verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İ.GÖK: Merak ettiğim bir soru var: “Ne zamandan beri partinin değerlerini savunmak, partiyi savunmak suç oldu?”

Dilek Hanım’ın mücadelesi, partiye yakın gibi görünüp aslında partiye zarar verenlerin haksız olduğunu dile getirmek içindir.

Dilek Hanım’ın disiplin kuruluna sevki aslında partinin programına aykırıdır. Dilek Hanım gerçek bir CHP’lidir.

Sayın Akagün partinin zarar gördüğünü dile getirerek partiye zarar verenlere karşı CHP’nin temel ilkelerine bağlı kalacak şekilde dik bir duruş sergilemiştir.

Dilek Hanım’ın disiplin kuruluna sevki ulusalcılara karşı bir gözdağıdır. Ancak bu tür çabalar nafiledir.

Dilek Hanım ve onun gibi düşünen arkadaşlar, partinin yara almasına sebep olan demeçlere karşı her zaman mücadele etmişlerdir.

Partinin görüşlerini savunmak asla disiplinle sonuçlanamaz.

Dilek Akagün Yılmaz yalnız değildir.

Orhan Gencebay Samsun’a gidemiyor

orhan_gencebay_bir%20teselli_ver.jpg

Samsunlu ünlü sanatçı Orhan Gencebay, hemşehrilerinin eleştiri ve tepkilerine dayanamayıp memleketine gitmekten vazgeçti.

SAMSUN KAMUOYU TEPKİLİ

Orhan Gencebay’ın ‘Akil İnsanlar’ listesinde yer alacağının duyulmasından bu yana ünlü sanatçıya memleketinden gelen tepkiler çığ gibi büyüdü. Sosyal paylaşım sitelerinden tepki ve sitemlerini dile getiren vatandaşlar, Gencebay’ın listede yer almasını kendisine yakıştıramadıklarını söylediler.

Bu tepkiler yerel basında da yer alınca Gencebay, Samsun ziyaretini askıya aldı.

Gencebay, her ne kadar sağlık sorunlarını mazeret olarak öne sürse de, hemşehrilerinin eleştirilerine kırıldığı ve tepkilerden çekindiği için şehre gelmeyeceği iddia ediliyor.

HEYETİN PROGRAMI SIR GİBİ SAKLANIYOR

Diğer yandan Karadeniz turlarına devam eden ‘Akil İnsanlar’ heyetinin programları kamuoyu ve basından sır gibi saklanıyor. Çevre illerdeki yerel kaynaklardan edinilen bilgilere göre; heyet toplantı yapacağı son anda basına ve kamuoyuna haber veriyor.

Heyetin Samsun programı da henüz net değil.

KARADENİZ BÖLGESİ EKİBİ ŞU İSİMLERDEN OLUŞUYOR

1. BAŞKAN: YUSUF ŞEVKİ HAKYEMEZ

2. BAŞKAN VEKİLİ: VEDAT BİLGİN

3. SEKRETER: FATMA BENLİ

4. ŞEMSİ BAYRAKTAR (TZOB)

5. KÜRŞAT BUMİN

6. ORAL ÇALIŞLAR

7. ORHAN GENCEBAY

8. YILDIRAY OĞUR

9. BENDEVİ PALANDÖKEN

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.